RUHSAL ENERJİNİN ETKİN KULLANIMI

- ZANSHIN -

Yazan Bülent Kısa

Bölüm 1 (devamı Bölüm 2'de)


Copyright © M. Bülent Kısa - 7/12/2003


Zanshin'i incelemek ve onu batı terbiye sistemleri ile yetiştirilmiş kimselere anlatabilmek amacıyla ve esas olarak da bir savaş sanatı veya bir sporla ilgili değil de tamamiyle ruhsal gelişmelerle ilgili olarak hazırlanan bu yazı ve araştırma Iaido esasları çerçevesindedir.

Aşağıdaki anlatılar Iaido öğretmek amacıyla yapmayıp, ruhsal gelişmeleri hedef aldığı için okuyacak olan kimselerin de herhangi bir Uzak doğu savaş sanatı öğrencisi ya da bir Iaido öğrencisi olması gerekli değildir. Hatta asıl hitap edilmek istenen kimseler Iaido öğrencileri değil, Savaş sanatlarıyla ilgisiz kimselerdir. Buyüzden de kendimi, yazının başına Iaido hakkında bazı şeyler yazmak zorunda hissediyorum çünkü konunun Savaş sanatları ile ilgili olmayan kimseler tarafından anlaşılabilmesi için bu kişilerin Iaido'un ne olduğunun birazcık da olsa bilmeleri gerekiyor. 

 

Iaido nedir?

Iaido, Japonya'nın geleneksel kılıç kullanma sanatıdır. Iaido isminin anlamında kılıcı çağırıştıran bir söz yoktur.

"İ" kanjisi (japon harfi) "Durum" ya da "Varlık" anlamlarına gelir. "Ai" Uyum, "Do" ise Yol anlamındadır.

Tarihsel dönemlerde Iaido'ya, Iaijutsu denilirdi. Günümüzde yerine göre iki ismin de kullanıldığı görülmekle beraber yaygın isin Iaido'dur. "Jutsu" Sanat, beceri anlamında bir kelimedir. Daha ziyade teknik ve fiziksel uygulama ve becerileri ifade eder. "Do" ise en kaba çeviri ile "Yol" anlamına gelir. Tabii bu düpedüz, üzerinde yürünen yolu anlatmaz. Do terbiye sistemini, felsefi ve mistik yaklaşımları, ruhsal gelişmeyi ve bunların yanısıra bir çok farklı fakat benzer kavramı ifade eden bir kelimedir. Türkçe'de tam olarak bilinip, anlaşılabilen bir kavram aranırsa Do kelimesini "Tarikat" ile eşanlamlı görebiliriz. "Tarik" kelimesi de de tıpkı Do gibi, yol anlamına gelen bir kelimedir. Tarikat, Yollar anlamına gelir. Mistik ve felsefi anlamlar ve uygulamalarla birleştirilip kaynaştırılan bütün Japon "Do" sanatlarının terbiye sistemi ve kendi konularına yaklaşımları, eğitimleri be hatta çeşitli Ryu (Ekol)'ları olması tamamen, yurdumuzdaki bildiğimiz dinsel tarikatlarla aynıdır. Şu fark vardır İslam tarikatları dinsel esaslıdır. Do sanatları ise Savaş sanatları esaslı olmakla beraber Budist felsefe ve ruhsal gelişme ile yakın ilişkilidir. Şayet ruhsal gelişme, konsantre ve benzeri açılardan ele alırsak Iaido öğrencilerinin kılıç savurması ile Mevlevi dervişlerinin fır fır dönmeleri arasında şekilsel olarak görünür farklılıktan başka hiç bir fark yoktur.

Savaş sanatları genel olarak isimlerinden ve daha doğrusu isimlerinin, batı dillerine çevrilişlerindeki gelişi güzellikten dolayı yanlış anlaşılan ve arkalarındaki derin anlamları gözden kaçırılan şeylerdir. Mesela Bir Kyu do için Okçuluk dersek bilinen okçuluğun Japon kıyafet ve Yaylarıyla yapılan şeklinden başka şey düşünülemez. Ne çare ki, bu isimleri başka şekilde çevirebilmek de pek mümkün değildir. Bu duruma bir örnek de çok bilinen "Karate" dir. "Kara" Boş, "Te" el anlamındadır. Karate "Boş el" olarak çevrilir ve basit şekilde silahsız, boş elle döğüş sanatı olarak anlaşılır ve anlatılır. Halbuki buradaki "Kara" içinde hiç birşey olmayan boş bir eli veya kabı ifade etmez. Buradaki boşluk, Zen'deki zihinsel boşluktur. Bir ruhsal ve zihinsel durumu ifade eder. Zen ve söz konusu boşluk durumundan aşağıda geniş şekilde bahsedilecektir. Bu açıdan bakarsak Karate isminin Boş el şeklinde değil de "Boşluğun eli" ya da "Boşluğun elleri" şeklinde çevirmek çok daha uygun olur

.

Aynı şey Iaido ismi için geçerli değildir çünkü şükürler olsun ki, Iaido isminin saçma sapan şekillerde çevrilmesi pek mümkün değildir. Bu ismi Türkçe'de anlamı olan bir şekle çevirmemiz gerekirse, Iaido: "Varoluşla uyum, bir oluş yolu" veya "Evrensel enerji ile birlik yolu" şeklinde çevrilebilir. Iaijutsu ise tabii aynı şekilde "Varoluşla ya da Evrenin varlığı ile bir oluş veya uyumlu oluş sanatı" şeklinde çevrilir. Derin felsefi anlamları olan çevirme gayretlerimizi bir yana bırakır da avam arasındaki anlayış ve çeviriye göre bakarsak, bazı kimseler Iaido'yu "Kılıç çekme sanatı" ya da aslında pek doğru sayılmasa da "Hızlı kılıç çekme sanatı" şeklinde de tarif ederlerse de Iaido kılıcı çekmekten başka bilinen bütün kesiş ve savunma tekniklerini, vücut ve ayak haraketlerini ihtiva eder ve bunların hepsi de kılıcı çekmek kadar önemlidir.

Iaido çalışmlarının büyük bir kısmı bir eşle değil de, tek başına yapılır. Birbirlerine kombine edilmiş değişik çekiş, kesiş, oturuş ve doğruluş, kalkış, ilerleme ya da savuşturma tekniklerinden oluşan bir çok haraket serisi Iaido'nun esasıdır. Hayali bir rakiple karşılaşma olan bu serilere "Kata" veya "Waza" ismi verilir. Öğrenci bu Kata'ları devamlı olarak tekrarlar. Teknikleri giderek daha mükemmelleştirmeye çalışır. İlk başlarda tam fakat şekilsel olarak öğrenilen Katalar giderek daha derinlik kazanırlar. Bir Iaido öğrencisinin aynı Kata'yı yıllarca talim etmesi ve devamlı olarak daha da derinlik kazanması mümkündür. Kata çalışması yapan yetişkin bir Iaido öğrencisinin yaptığı haraketleri gerçekten yaşaması, konsantresini daima koruması, bir savaşı yaşaması ve ruhsal enerjisini açığa çıkartması gerekir. Haraketlerin büyük bir kesinlikle ve düzgün şekilde yapması şarttır. Her Iaido ekolünde on veya oniki katadan oluşan eşli çalışma yani iki kişinin karşılıklı olarak yaptığı kata serileri de vardır.

Iaido'da da diğer bir çok Japon kökenli savaş sanatı gibi değişik Ryu'lar yani değişik ekoller vardır. Her ekolün ya da Ryu'nun kendi anlayışına göre bir çok ufaklı büyüklü teknik farklılığı olabilir. Kataları oluşturan haraketlerin sıralaması faklı olabilir fakat temel haraketler pek fazla değişik değildir. Başka bir ifade ile teknik hep aynıdır fakat yorumlama farklıdır. Burada örnek olarak dünya dinlerini kulanabiliriz. Mesela, Iaido'yu bir din olarak kabul edersek, Ryu'ları o dinin değişik mezhepleri, Ryu'ların kendi içindeki ustaların, kendi aralarındaki yorum farklılıklarını da aynı mezhebin tarikatları olarak kabul edilebilir.

Iaido için bir savaş sanatı ya da bir spor demek pek kolay birşey değildir. Iaido eski günlerde bir savaş sanatıydı fakat günümüzde savaş sanatı olarak fazla bir değeri olmayabilir. Iaido günümüzde bir savaş sanatı olarak ancak bir şekilde faydalı olabilir ki, o da askeri okullarda ya da Polis okullarında resmi bir uygulama olarak kabul edilirse ve tabii hakkı tam olarak verilerek talim edilirse, kişinin öz disiplin kazanmasına, daha sakin bir ruhsal yapı elde etmesine, beklenmedik durumlarda çabuk ve doğru tepki göstermesine, sezgilerinin gelişmesinde ve benzeri şeylerde faydalı olabilir.

Iaido'yu bir spor olarak görmeye çalışırsak, bu sefer de onun tam  bir spor olmadığını farkedebiliriz. Tabii ki, bedensel aktivite ile uygulanan herşey bir spor olabilir ve Iaido da diğer sporlar gibi kendi adele gurubunu geliştirir, insanı terletir fakat bu genel yapının haricinde düşünsel yapısı ve fiziksel gelişme kadar ruhsal enerjiye de gerek duyması onu alışılmış spor anlayışının dışına çıkartır.

Iaido'yu, son elli yıl içinde diğer savaş sanatlarının yozlaşmış yani batılılaşmış hali ile, bir döğüş sanatı olarak görebilmek de pek mümkün değildir çünkü aklıbaşında hiç kimse "Belki birisi ile kavga ederim" düşüncesi ile sırtına bir metreden uzun bir kılıç alıp sokağa çıkmaz. Ayrıca Iaido'yu bir döğüş sanatı olarak görmek isteyen kimselere söylenecek bir tek şey vardır. Kılıç tehlikeli ve kesici, öldürücü bir araçtır. Şayet birisini kesmek için kılıç kullanmayı düşünen birisi varsa o kimsenin gidip bir tabanca alması hem daha ucuz, hem daha kolaydır. Ayrıca yıllar süren talimlere ve bazıları da ağrılı sızılı yorgunluklara sebep olan çalışmalara da gerek kalmaz.  Aslında bu nasihat Karate, Tae kwon do, Kung fu, Judo ve akla gelen her savaş sanatını bir döğüş aracı olarak gören herkese söylenebilir.

Burada güzel bir deyişten alıntı yapmam gerekmektedir. Modern Judo'nun kurucusu olan Üstat Jigaro Kano demiştir ki, "İnsanın başka bir insanı yenmesi onun kendi gücünü gösterir. İnsnın kendisini yenmesi Judo'nun gücünü gösterir". Bu sözü Iaido'ya uyarlayarak değiştirmemin Jigaro Kano'ya karşı saygısızlık sayılmamasını umarak şöyle söyleyebilirim. "İnsanın başka bir insanı kesmesi onun kendi gücünü gösterir fakat insanın kendi ruhunu kesebilmesi Iaido'nun gücünü gösterir". Dikkat edilire görülür ki, burada insanın kendisini yenmesinden veya kesmesinden değil, kendi ruhunu kesebilmesinden söz ediliyor. Bunu açıklaması aşağıdaki "Niçin Iaido çalışırız" başlıklı bölümde görülecektir.

 

Niçin Iaido çalışırız?

Iaido hakkında kitap ya da makaleler yazan her Iaido ustasının sonunda bir gün mutlaka birşeyler yazdığı bir noktaya geldik. Bu neredeyse gelenekselleşmiş duruma uymaktan kaçmanın yolu yok. Herne kadar kendimi bir Iaido ustası hatta yetişmiş bir Iaido öğrencisi olarak ve hatta Iaido'yu anlamış birisi olarak dahi görmesem bile ben de, madem yukardaki kadarını yazdım o zaman, ustaların kaçamadıkları konu hakkında birşeyler anlatmak zorundayım.

Yukarda Iaido'nun bir savaş sanatı yani bir askeri uygulama olarak günümüzde fazla bir değer taşımadığından bahsettik. Ayrıca onun spor olarak (En azından bütünüyle spor olarak) kabul edilmesinin zor olduğu ve döğüş yöntemi olarak düşünülemeyeceğini söyledik. O zaman Iaido çalışılmasının sebebi nedir ve nasıl bir pratik faydası vardır? Iaido geleneksel Japon Savaş sanatıdır. Japon geleneği ise onu yaşatmak ve öğrenmek Japonların işi. Bizler ya da dünyanın heryerinde Iaido çalışan kimseler Japon geleneklerinin yaşatılmasna çok mu meraklıyız? Kaldı ki biz, kendi geleneklerini bile unutmaya meyilli bir milletiz. Yoksa küçük çocukların sokak aralarında kovboyculuk yeya korsancılık oynamaları gibi, Iaido öğrencileri de Samuraicilik mi oynuyorlar?

Tabii ki, Iaido çalışmak için çok akılcı nedenler vardır. Bu nedenleri en belirsizlerinden başlayıp gittikçe daha ciddiye inerek aşağıdaki gibi sıralayabiliriz.

Iaido çalışmaları değişik ve karizmatik birşeyler yapmak isteyen ve Savaş sanatlarından olmasa bile Uzak doğu kültüründen hoşlanan kimselere cazip gelebilir. Bu gibi kimseler hem hoşlandıkları ambians içinde yaşayabilirler hem de mesela Karate veya Judo gibi sanatlarda olduğu gibi hiç kimse ile döğüşmek ya da boğuşmak, eklemlerini acıtmak veya kemiklerini zedelemek zorunda kalmazlar. Özet olarak Iaido Savaş sanatlarına meraklı olmayan hatta bu gibi şeylerden özellikle hoşlanmayan kimselerin de ilgisini çekebilir.

Bazı kimseler de Bıçak ve Kılıç gibi kesici ve delici aletlerden hoşlanırlar. İçinde kriminal bir yapı olmadan ya da başka bir ifade ile insan kesmeye, kan dökmeye meraklı bir psikopat olmadan da Kılıç ve benzeri şeylerden hoşlanan, bu gibi şeyleri toplayan, duvarına asan bir sürü insan vardır. Bu gibi kimselere Kendo ya da Batı Eskirim'i yapıp, birileri ile kılıç döğüşü yapmak çekici gelmeyebilir fakat Iaido hem böyle değildir hem de dışardan bakınca son derece asil bir görünüm sergiler.

Eskiden herhangi bir Uzak doğu savaş sanatı ile ilgilenmiş ya da hala ilgilenmekte olan kimseler de Iaido'yu çekici bulabilirler. Kendo yapan hemen hemen herkes de az ya da çok Iaido öğrenir. Şunu söylemek mümkündür ki, "Her Iaido öğrencisi Kendo çalışmaz fakat her Kendo öğrencisi Iaido çalışır". Kendo özellikle batıya yayıldıktan sonra kılıç döğüşü olma niteliğini kaybedip, eskirim benzeri bir spor halini almıştır. Bambu kılıçlar kullanan Kendocular kafa, el, önkol ve göğüs koruyucuları kuşanmış olarak birbirlerinin ellerine, bileklerine, vücutlarına ve kafalarına dokunarak puan alıp, maç kazanmaya çalışırlar. Amaç maç kazanmak ve puan almak olunca da kılıç teknikleri git gide kısırlaşır ve hedefler de sınırlanır. Hiç Iaido çalışmamış olan bir Kendocu ne derece yüksek dereceli olursa olsun kılıç tekniğine yabancı birisidir. Buyüzden Japon Kendo Federasyonu bir seri Iaido katası (Z.N.K.R. Zen Nippon Kendo Renmei Iaido Kata ya da Seitei kata) hazırlayarak Kendocuların, tekniği yaşatabilmeleri için, bunların bilinmesini şart koşmuştur.

Buraya kadar ne tür kimselerin Iaido'yu çekici bulduklarını ya da ne gibi sebeplerle Iaido çalışıldığını kısmen gördük. Fakat Iaido çalışılmasının gerçek gerekliliği ve öğrencilerine gerçek kazandırdıkları bunlar değildir. Iaido ile gerçekten ilgilenilmesinin iki ana sebebi vardır. Aslında bunların ikisi de aynı noktada buluşurlar fakat daha iyi anlayabilmek için iki ayrı nedenmiş gibi inceliyoruz.

Iaido bir Savaş sanatı, bir döğüş yöntemi, bir spordan fazla olarak bir yaşam tarzıdır. Yukarda sayılan nedenlerin hangisi için olursa olsun, Iaido yapmaya başlayan ve bir süre devam eden, benimseyen her kimse zamanla bu noktaya gelir. Bu noktaya gelip, Iaido'yu anlayamazsa zaten o kimse ya devam etmez ya da sanki tenis veya binicilik klübüne gider gibi arada bir uğrar ki, bunun da hiç bir sakıncası yoktur. Isteyen bu şekilde de devam edebilir. Belli bir noktayı aşıp, Iaido ile bütünleşebilen ya da içine giren kimseler ise hayatlarını Iaido ve Iaido prensipleri ile sürdürmeye başlayabilirler. Iaido ile birlikte yaşamak içinse, elde kılıç olması gerekli değildir. Gereken felsefeyi edinen ve ruhsl enerjilerini geliştiren bir kimse bunu hayatın her açısında olumlu bir ruhsal durum ve enerji olarak kullanabilirler. Iaido fiziksel disiplin sağlar. Bir çok tiyato oyuncusu sadece normal yürüyüşlerini daha zarif, daha kıvrak hale getirmek için Eskirim çalışırlar. Iaido da bunun gibi zarif bir beden ifadesi, omurgaya dik bir duruş, fiziksel disiplin, oturup kalkma zerafeti kazandırır. Kişi bunu bir defa elde edince hayat boyu yanında taşır. Bunun dışında nefes kontrolü, adele esnekliği gibi şeyleri de sağlar. Burada yazılanlar Iaido'nun reklamı değil onun neden yapılmak istenmesi gerektiğinin cevabıdır.

Bunlardan sonra da asıl Iaido'nun altında yatan güç gelir. Bu da onun felsefi yanı, Evrensel enerji ile bütünleşmesi ve bütünleştirmesidir. Hakkıyla talim edilirse Iaido, Aktif bir Yoga'dır (Yoga, hangi.ekol olursa olsun pasif bir uygulamadır. Bu ifade sadece fiziksel esneklik ve haraketlere dayanan Hatha Yoga için de geçerlidir. Ayrıca burada fiziksel aktiviteden değil, zihinsel bir durumdan bahsetmekteyiz. Aktif Yoga tarifi, Iaido'nun hiç bir Yoga ekolünün olmadığı bir durumda olduğunu ifade etmek için kullanılmıştır. Bu konu aşağıdaki sayfalardaki "Zihnin Etkin ve edilgen durumları" ara başlıklı kısımda ele alınacaktır) Zen meditasyon'u ve Zihinsel gücü içinde taşır ki, bu yazının asıl bütünü  olan aşağıdaki kısımların amacı da Iaido'nun sadece bu yanını incelemektir. Iaido çalışan kimse başka kimseleri değil aslında kendi ruhunu keserek, bir terzinin kumaşı biçmesi gibi biçip şekillendirir. Zamanla kendi ruhu da elindeki çelik (Ya da herhangi bir metal) kılıcı gibi olur. Ruh ve kılıç bütünleşmesi aşağıda görülecek olan "Neden kılıç samuri'nin ruhudur" başlıklı bölümde detaylı olarak incelenecektir. Ruhsal güçleri uyanır. Hem Yoga ya da Budizm ekolleri gibi ruhsal dinginliğe ulaşır, hem de bu tür çalışmalarda olmayan bir sonuca ulaşarak enerjisini etkin, aktif bir biçimde kullanmayı öğrenir. Hem bedensel, Hem zihinsel hem de spiritüel terbiyeye ulaşır. Kişi kendi ruhunu keserek şekillendirirken komplekslerinden arınabilir, hayata daha iyimser ve cesur bakar, daha olumlu bir kişilik halini alır fakat paradokslarla dolu olan Iaido'nun başka bir paradoksu da buradadır ki, kişi isterse daha saldırgan ve savaşçı da olabilir.

 

ZANSHIN

Iaido ve benzeri bir çok Uzak Doğu ve daha doğru bir ifade ile Japon kaynaklı savaş sanatı ile ilgilenen bir kimse, ilgisi ister pratik olarak o sanatı talim etme seviyesinde olsun isterse sadece entellektüel bir inceleme içinde olsun bir noktada mutlaka kendisine son derece esrarengiz görünen bir isimle karşılaşır. "Zanshin". Aslında batılılar bunun fazla üzerinde durmazlar. Hatta bir çok kişi Zanshin kavramını şöyle böyle anlar ve gerisine aldırmaz. Batılıların bir çoğu söz konusu Savaş sanatlarını bir döğüş yöntemi veya marjinal bir spor olark kabul ederler ve işin ruhsal yanıyla da pek ilgilenmezler. Bir kısım batı insanıysa Bu sanatları ruhsal bir gelişim yolu olarak kabul eder ve bu açıdan talim ederler. Buna en iyi örnek Tai Chi'dir (Bununla beraber aşağıda daha detaylı olarak inceleyeceğimiz gibi, Tai Chi'de Zanshin yoktur). Iaido, Kendo, Karate, Kyudo ve Zanshin'le direk ilgili diğer savaş sanatlarını talim edenlerin bir çoğu ise Zanshin'i pek anlamazlar fakat anladıklarını zannederler. Aslında belki de bu insanların bir çoğu Zanshin'i tam olarak anlatabilecek gibi bir bütün olarak anlayıp, anlatamazlar fakat içsel olarak gerçekten anlayıp, algılayıp, uyguluyor olabilirler. Burada konumuz batılıların Zanshini nasıl ve ne kadar anladıkları değil, Zanshin'in ne olduğu ve daha çok da neden alaşılamadığı ya da kelimelere dökerek anlatılacak şekilde anlaşılamadığıdır.

Ana konumuz, hedefimiz ve amacımız Iaido olduğu için diğer savaş sanatlrına pek fazla eğilmeden Zanshin konusunu ilk anda Iaido üzerinden ele alıyoruz. Doğulu ya da batılı değişik ustalar zaman zaman Zanshin hakkında birşeyler yazmışlar ve onu açıklamaya çalışmışlardır. Bu yazılanların ya da genele anlatılanların hemen hemen hepsinin yetersiz kaldığını ya da Batı'ya, dolayısıyla da batı dünyasından bize yetersiz yansıdığını görüyoruz. Bazı Iaido ustalarının kitaplarında ve değişik dergilerde ya da Internette yayınlanan yazılarında Zanshin'den hiç bahsedilmediğini, Iaido'nun sadece şekilsel olarak ele alındığını görüyoruz. Aslında dünyada Iaido hakkında batı dillerinde yayınlanmış fazla sayıda kitap da yok. Web sayfalarında da konunun felsefi yanlarına eğilmek yerine daha ziyade bir, iki Waza'nın resimlendiğini ve tekniklerin fiziksel yanlarının incelendiğini görüyoruz. Mesela Iaido hakkında hazırlanmış olan en detaylı kitaplardan biri, Nicklaus Suino tarafından yazılan "The Art of Japanese Swordmanship" isimli kitaptır. Eishin Ryu ekolünün el kitabı gibi olan bu kitap mevcut bütün Waza ya da Kata'ları (Tabii sadece Eishin Ryu'daki kataları) bir bir vermekte, her haraketi şematik olarak anlatmaktadır. Eishin Ryu sistemini pratik olarak bir dojo'da çalışmış, öğrenmiş olan bir kimse için mükemmel bir el kitabı ya da hatırlama kitabıdır fakat içinde Iaido'nun ruhsal yanlarını anlatan pek birşey bulunmaz.

Bazı Ustalar da belki de Iaido'nun olan bir şeyini unutmuş olmamak için Zanshin'den bahsetmek gereğini duyarlar. Zanshin konusunu anlatıp, izah etmeye çalışan ustaların yazı ve anlatıları ana anlatı ve fikir olarak hemen hemen daima birbirinin aynıdır. Konuyu daha fazla derinleştirmeden önce, bunlara bir örnek olarak Masayaki Shimabukuro'nun anlatımını özet olarak görmemizde fayda vardır. 

-Savaşçı Ruhu -

Zanshin kelimesi  birebir tercüme edilirse "Kalan ruh" veya "Artakalan ruh" şeklinde çevrilebilir denilmektedir. Fakat genellikle şu şekilde açıklanmaktadır "Ruhunu rakibinin üzerinde yoğunlaşmış olarak bırakmak".  Bu ifadelerin hiçbirisi Zanshin'i tam olarak açıklayamaz fakat onu açıklayabilmenin kolay bir yolu da yoktur. Basit bir anlatımla Zanshin, zihinsel bir durumdur. Sadece deneylerle anlaşılabilir ve bir defa anlaşılınca doğru izahla açıklanabilir.

 

Bir batılıya Zanshin kavramını anlatabilmek için "Savaşçı ruhu" ifadesi kolay bir anlatım olabilir. Zanshin, Savaş ruhu'nun dışarıya projekte edilişidir. Rakibin hücumuna cevap vermek ve hemen ardından korku ve endişenin olmadığı sakin bir duruma girmek mental ve fiziksel hızlılık gerektirir. Zanshin mümkün olan bütün kavgacılık ruhu ile sakin zihin durumunun kombinesi olan ve kendi kendisiyle çelişkili olan bir durumdur.

 

Iaijutsu tekniklerinin talim edilişi sırasında, Kokyu temizleyici nefesleri yapılmaya başlarken Zanshin uyanır. Bu an, gerçek hayattaki bir tehdit altında kalındığı anla uyumludur. Zihnin bu derin durumu Çekiş ve yatay kesiş, Aşağıya kesiş, Kılıçtan kan silkelemek ve hatta kılıcı kına koymak ( Nukitsuki, Kirioroshi, Chiburi ve hatta Noto) sırasında sürdürülecektir.

 

Noto (Kılıcı kına koymak), Zanshin'in bırakılması için çok kritik bir andır. Hemen hemen herkes için, kılıcı çekerken, bir vuruşu veya kesişi bloke ederken kavga ruhunu devam ettirmek çok tabii bir durumdur. Fakat bir savaşçı için en yaralanılabilir anlardan birisi de savaşın bittiği ve kılıcın kına koyulduğu andır. Bu an, yaralı bir rakibin, Noto'nun orta noktasında, tam Kılıcın ucu (Kissaki) kına girince, son bir gayretle saldırması için en uygun andır. Tam bu noktada iken kuvvetli ve etkili bir çekiş yapılamaz. Noto'yu tamamlamaya ve yeniden çekiş yapabilmeye zaman yoktur. Buyüzden Kan silkeleme (Chuburi) ve kılıcın kına geri koyuluşu (Noto) anları, Zanshin'in en güçlü olması gereken anlardır.

 

Noto yapılırken, Kabza bariyerinin (Tsuba)  sol ele temas ettiği anda Zanshin duygusu çok güçlü olmalıdır çünkü kılıç hala tam olarak Kında (Saya) değildir. Tsuba, Saya'ya tam olarak intibak edip,Habaki, Kouguchi'ye sıkısıkıya oturmadan Kılıç kına girmiş sayılamaz. Sonuç olarak, sağ el Kabza dibine (Tsukagashira)  kaydırılana kadar (Sağ elin, kılıç kına tamamen yerleştirildikten sonra kabzayı bırakıp, kabza dibine kaydırılması Eishin Ryu ekolüne has sembolik bir el jestidir) Zanshin devam ettirilmelidir.

 

Rakip safdışı bırakıldıktan sonra Zanshin'e çok fazla dikkat ayrılır. Bundan dolayı da pekçok kişi Zanshin hakkında yanlış fikir edinir. "Kalan ruh" çevirisi ile Zanshin'in sadece kavgadan sonra kalan savaş ruhunu gösterdiği zannedilir. Zanshin Kan silkeleme sırasında (Chiburi) ve kılıcın kına sokulmasında (Noto)  çok dikkate değerdir ki, bunlar da aslında savaş sonrasıdır, halbuki Zanshin tekniğin başladığı anda var olmalıdır.

 

Söz konusu zihinsel durumu tarif için basit bir yol yoktur ve o ancak devamlı çalışılarak var edilir. Eski Samuri'ler için Zanshin'i talim etmek kolaydı çünkü onların çalışmalarında çok gerçekçi olan imkanlar vardı. Modern Samuri'ler için ise, Zanshin'i geliştirebilmek için önce biraz imajinasyon geliştirmek gerekir. Visualizasyon bir çok kişinin Savaşçı ruhunu talim edebilmesine ve geliştirebilmesine yardımcı olabilir. Iaijutsu teknikleri çalışılırken bir rakiple yüzyüze olunduğunu imajine etmekle gereken mental duruma daha rahat girilir.

 

Zanshin hakkındaki son şey de şudur. O, Iaijutsu'num her açısının altında yatar. Bütün fiziksel tekniklerin arkasındaki itici güçtür.

Yukardaki anlatım dikkatle gözden geçirildiği takdirde fark edilir ki, Zanshin sadece dış açıdan anlatılmış ve sadece, "Zanshin diye bir şey vardır" denilmiştir. Bunun dışında Zanshin gerçekten nedir, Nasıl kullanılır, Ne şekilde geliştirilir? gibi sorulara hiç dokunulmamıştır. Shimabukuro'nun yukardaki açıklamasına benzer açıklamalardan dolayı da, Iaido ile ilgisi olan ya da olmayan kimselerin kafasında, aşağıdaki yanlış düşünceler uyanır. 

"Zanshin insanın bir tür bir ruhsal durumudur. Öyle bir şeydir ki, kişi kendi bilinci, isteği ve konsantresi ile kendisini o duruma sokar. Bir tür rol oynar ve kendi kendisini de oynadığı role inandırır. Kişi konsantre olur, bütün dikkatini rakibinin üzerinde yoğunlaştırır, rakibinden başka herşeyle zihinsel ve hatta görsel ilgisini keser. Kendisini, rakibini keseceğine inandırır. Bir dreceye kadar ilkel ve yırtıcı güdülerini uyandırır. Bu konsantre durumunu da gerçek bir rakiple  çarpışma ya da tek başına yapılan Kata bitene kadar muhafaza eder. Bu arada yüzünü de ezip, büzerek kararlı ve korkunç bir döğüşçü yüz görünümü takınır. Başka bir ifade ile savaş içindeki bir savaşçının yüz ifadesinin taklidini yapar ama yaparken kendisini de yaptığı taklide inandırır. Tabii bu durumda onun kararlı ve sert yüz ifadesi rakibinin motivasyonunu bozarak onu sindirir. Ayrıca rakibin hücum ve karşı hücumları dikkat altında tutulur." 

Yukardaki ifade aslıda tamamiyle yanlıştır. Çünkü Zanshin, oynan bir rol, kendi kendini birşeye inandırmak, sadece dikkatini rakibin üzerine toplamak ve yüzünü buruşturmak değildir. O, neredeyse maddesel olan bir gerçektir. En doğru ifade ile Zanshin'in tarfifi aşağıdaki gibidir.

"Zanshin, savaşçı ruhu (Haleti ruhiyesi) veya Savaş ruhu değildir. Zanshin psikolojik değil ruhsaldır. Zanshin tam olarak kişinin ruhsal enerjisinin rakibi bir zarf gibi kapladığı, içine aldığı, bir durum, bir ruhsal enerjinin kullanım şeklidir. İki savaşçı karşılaşınca önce onların Zanshin'leri kapışır ve birisi bastırılınca enerji alanı rakibin zihinsel aktivitesini dumura uğratır, onu bir miktar fiziksel uyuşukluğa ya da şaşkın veya sarsak fiziksel duruma sokar. Zanshin rakibin, fiziksel bedeni gibi ruhsal enerjisini de aynı zarfın içine alarak bastırmak, kısıtlamak, haraket edemez hale getirmektir."

Pekiyi bu ruhsal enerji sözü ile ne kastetmekteyiz? Bu enerji Sadece Iaido'ya has bir şeymidir? Nasıl uyandırılır ve nasıl geliştirilir?  Sadece Japonya'ya has bir ruhsal yapımıdır. Batı dünyası ve Orta dünya yani bizim ülkemizin de içinde olduğu Orta doğu, bu enerjiden haberdarmıdır? Bütün bu sorulara cevap verebilmek için konuyu Iaido'dan biraz uzaklaştırarak ilk bakışta Iaido'ya ve Zanshin kavramına yabancı zannedilecek bazı şeyleri incelememiz gerekmektedir. 

Aşağıdaki konular hem ilgisiz, hem gereksiz ve hem de çok uzun görülebilir fakat Chi, Ki, Tai Chi, Zen Budizim ve benzeri bir çok şey iyice anlaşılmadan zihnin edilgen hali tam olarak anlaşılamaz. Zihnin edilgen hali hakkında tam bir fikir sahibi olunmadan, Zihnin etkin hali bilinemez. Zihnin etkin hali bilinmeden de Zanshin anlaşılamaz. Ayrıca Iaido'nun, Zihnin etkin ve edilgen durumlarını nasıl kullandığı anlatılamaz. 

Aşağıdaki bölümlere geçmeden önce söylenmesi gereken son şey de şudur: Yukarda görülen, Üstad Shimabukuro'nun Zanshin tarifi eleştirmek için ele alınmadı. Usta'nın yanlış fikirler verdiği ya da konuya tam olarak hakim olmadağı da vurgulanmak istenmedi. Burada anlatılmak istenen şey sadece, zannımıza göre, batı dillerine Zanshi'i anlaşılır şekilde çevirmenin zorluğu ve daha da önemlisi konunun karmaşıklığı, uzunluğu, anlayabilmek için daha pek çok şeyin bilinmesinin gerekmesi gibi şeylerden dolayı Zanshin hakkında bazı şeyler söylemeye çalışan ustaların fazla derine inmeye gerek görmedikleridir.

 

KI VEYA CHI

Hem Zanshin'i tam olarak anlamak, hem de en azından neyin içinde olup, ne olmadığını anlayabilmek için Chi veya Ki sözünün ifade ettiği kavramı anlayabilmemiz gerekir. Chi ve Ki kelimeleri aslında aynı şeyi anlatırlar. Chi eski Çince, Ki Japonca'dır. Burada ikisinin birden kullanılmasının sebebi her iki kelimenin de dünyada çok yaygın olmasıdır. Türkiye'de bile Chi'yi bilip, Ki'yi hiç duymamış, Ki'yi bilip, Chi'yi hiç duymamış insanlar vardır. Kelimenin ya da daha doğru bir ifade ile ismin özgün şekli Çince Chi'dir. Zen Budizm, Kung Fu ekolleri, spiritüel felsefeler Çin'den, Japonya'ya geçtikten sonra zamanla Japon'ların telaffuzlarına uyarak Chi sözü değişti. Bu durum tıpkı Farsça "Merdübaan" kelimesinin, Türkçe'ye geçtikten sonra "Merdiven" şeklini alması gibi bir durumdur. 

Chi, Evren'in her yanını dolduran enerjidir. Herşeyle diğer herşey arasında Chi vardır. Uzay boşluğu da boşluk değildir. Aslında Chi ile doludur. Yıldızlar ve galaksiler arasında da Chi vardır. Elimizin parmakları arasında, çevremizde hatta ciğerlerimizde Chi vardır. Chi evrensel enerjidir, aynı zamanda evrenin kendisidir. Burada "Evren" derken sadece bildiğimiz evreni de kastetmiyoruz. Var olduğu iddia edilen değişik boyutlarıyla bütün alemleri kastediyoruz. Chi hayattır ve hayatı sürdüren enerjidir. Onun kendisine has bir zeka ve bilinci de vardır fakat bu zeka ve bilinç bizim algılama sınırlarımızın ötesindedir. Kendisine has bir durumdur. Hayatımızı sürdürürken evrensel uyuma ters düşmemek, daha gelişmiş bir varlık olabilmek ve üstün bilince ulaşabilmek için Chi ile ve onun devamlı olarak devinen akımlarıyla uyum içinde yaşamalıyız. Taoist felsefe ve yaşam biçiminin  özü  tamamen Chi ve yukarda bahsedildiği gibi Chi ile uyumlu olmak üzerine kuruludur.  Taoist felsefenin tam olarak ele alınması, anlatılması buradaki konumuzun dışındadır ve zaten bu çok uzun bir konudur fakat konumuzun gereği kadarını da, yarım yamalak bile olsa, ele almak da gereklidir. 

Taoizm çok çok eski bir felsefedir. Burada felsefe sözü tabii ki, hafif kalmaktadır. Taoizm hayatın tamamına etki yapan bir yaşam biçimidir fakat burada anlatım kolaylığı için felsefe deyip geçmeyi daha uygun buluyoruz. Taoizmin ilk ortaya çıkış şekli bir sürü efsaneye konu olmuştur dolayısıyla onun gerçek kökeni ve geçirdiği aşamalar hakkında gerçeğe yakın birşeyler söylememiz mümkün değil. Bilinen en kesin şeyler, onun çok çok eski olduğu, Konfiçyüs'ün de Taoizmin bazı açıları ile ilgilendiğidir. Hatta Konfiçyüs, Taoist felsefenin bir ürünü olan ya da Taoizm ile kaynaşıp, onun bir parçası gibi görünen Yi King (Ya da I Ching) için de bir seri yorum yazmıştır. Daha sonraki dönemlerde bir imparator Taoizmi ve kendisinden önceki bütün felsefi ekolleri yasakladı ve Taoist rahipler sıkı takibat altında tutuldular. Ele geçirilebilen bütün Taoist tekstler imha edildiler ve Yi King sadece Konfiçyüs'e duyulan saygı yüzünden bu katliamdan kurtuldu. 

Tekrar Chi kavramına dönersek, Chi, Taoizmin bir ürünü değildir. Tersine Taoizm Chi ile uyumlu olmak adına kurulu bir felsefe, din, mezhep, tarikat ve/veya yaşam biçimidir. Chi'yi duyabilmek, onun içinde onunla uyumlu olabilmek için tasarlanmış ve zamanla gittikçe gelişmiş bir çok pratik etme yöntemi de vardır. Aslında hemen hemen herşey Chi ile bütünleşmek amacıyla kullanılabilir. Seks, yemek yemek, yürümek hemen herşey zihinsel boşluk sağlamak ve Chi'yi önce idrak edebilmek, sonra onu istek doğrultusunda kullanabilmek fakat aynı zamanda ve aslında onun istek ve doğrultusunda yaşamak için kullanılabilir. Mesela chi ile bütünleşmek için bir tür meditasyon yaptığımızı düşünelim. Zihinsel boşluğu sağlamaya çalışarak bir masaya oturuyoruz. Önümüze bir tabaka beyaz kağıt koyup, elimize de bir kalem alıyoruz. Düz beyaz kağıdın üzerine boydan boya birbirine paralel çizgiler çizmeye başlıyoruz. Kesin ve düşünmeden yapılan haraketlerle çizilen çizgilerin tam olarak, sanki bir cetvelle çizilmiş gibi düz olmaları istenmektedir. Zihin gerçekten boşalınca ve yapılan iş düşünülmeden yapılmaya başlayınca istenilen düzlükte çizgiler ortaya çıkmaya başlar. İşte bu durumda Chi akımlarıyla uyumlu davranılmaya başlanılmış demektir. Çizgiyi çizen ve tabii kolumuzu kağıt üzerinde haraket ettiren şey bizim bilinç ve komutlarımız değil, Chi akımıdır. 

Burada hemen belirtmek gerekir ki, yukarda anlatılan çizgi çizme yöntemi bilinen bir çalışma tarifi, tavsiye ettiğimiz bir yöntem değildir. Bu sadece konuya örnek verebilmek için hemen uydurulmuş bir anlatımdır. Fakat gene de belirtmek gerekir ki, bir fırçanın yaptığı şekil, bir kalemin çizdiği düz çizgiler, bir vazoya düşünmeden, konsantre halinde yerleştirilerek artistik bir tasarım oluşturan çiçekler, bir müzik aleti ile, herhangi bir notaya bağlı olmadan irticali olarak yapılan empravizasyon ya da bizdeki ismiyle taksim, ve bir kılıcın rakibi kesmesi aynı şeydir. Şekilsel olarak arada büyük farklılıklar olabilir fakat öz aynıdır. Başka bir anlatımla, Shaolin rahiplerinin bakır bir gonga yıllarca tek bir teknik kullanarak yumruk atmaları, ya da Kung Fu yapmaları ile bizdeki Mevlevi dervişlerinin Sema ayinlerinde fırfır dönmeleri ya da Tibet rahiplerinin dua değirmelerini döndürerek mantra söylemeleri aynı amaca hizmet eden, aynı çalışmadır. Hiç bir farklılık yoktur.

 

Tai Chi

Tai Chi son yıllarda batıda da oldukça yaygınlaşmış bir Chi ile uyumlu olma sanatıdır. Şekilsel olarak bir döğüş tekniğine benzer. Aslında bir döğüş tekniği denilemez. Bir Savaş sanatı hiç değildir. Fakat haraketler tekmeler, yumruklar, savuşturmalar, ve benzeri faktörler döğüş teknikleridir. Hemen belirtmek gerekir ki, bir Tai Chi öğrencisi istediği takdirde tabii ki, Tai Chi'yi bir döğüş yöntemi olarak mükemmelen kullanabilir fakat burada amacımız Tai Chi'nin döğüş sanatı olup, olmadığı ve ne derece kullanılışlı olduğu değil, onun gerçek uygulanma amacıdır. Tai Chi tek başına ya da gurup halinde çalışılabilir. Ama kişisel fikrime göre Tıpkı Müslümanlıkta kılınan namazların camiide ve gurup halinde kılınmasının daha makbul olması gibi Tai Chi'nin de gurup halinde yapılmasının ayrı bir lezzeti vardır. Haraketlerin uygulanma amacı Chi ile bütünleşmektir. Zihin boşaltılır, Haraketler akıcı bir şekilde, kesintisiz olarak ve yavaş yavaş, kendini sıkmadan veya adeleler zorlanmadan yapılır. 

Tai Chi haraketlerinin birleşmesinden uzunca bir Kata oluşur. Tabii burada Kata sözü, yukarda, Iaido konusunun gözden geçirilişi sırasında kullanıldığı ve ne olduğu kısmen açıklandığı için kullanıldı. Kata Japonca bir kelimedir ve Tai Chi kalıbının ismi değildir. Tai Chi'de yapılan kalıbın en iyi ismi de zaten "Kalıp"tır. Batı dillerindeki Tai Chi dökümanlarının hemen hemen hepsinde isim ingilizce "Form: Şekil, Kalıp" şeklindedir. Tai Chi katası yapılırken Chi ile bütünleşilir. Chi'nin akımları, dalgalanmaları ve dostluğu hissedilir. Kişi iyi şekilde konsantre olup, bu akımları gerçekten hissederek yaşamaya başlayınca artık haraketleri yapan o değildir. Onu haraket ettiren Chi'nin gücüdür. Yumruk atarken eli iten, vücudu döndüren, zıplatan, yer değiştiren Chi'dir. 

Yukarda da belirtildiği gibi Tai Chi çalışması tek olarak yapılabilir fakat onun gurup halinde yapılması ve Chi'nin gurupça hissedilmesi muhteşem bir duygudur. İnsan bunun içinde bir süre yaşadıktan sonra hissedilen titreşimlerin ve duyguların tiryakisi olabilir. Burada psikolojik bir sanrı söz konusu değildir. Anlatılan durum zihnin bir canlandırısı ya da hayali değildir. Chi fiziksel bir gerçektir ve duyulan, onun fiziksel varlığıdır. Alışmış bir insan için çalışmalardan çok uzun bir süre uzak kalabilmek zor olabilir çünkü vücut alıştığı titreşimi arar. 

Tekrar çalışmalalara dönersek. Tai Chi çalışmasını seyretmek denizdeki ya da büyükçe bir akvaryumdaki balıkların yüzmesini seyretmeye benzer. Haraketler tıpkı balıkların kuyruklarını ahenkli bir şekilde dalgalandırarak yüzmeleri gibidir. Aslında bu balık örneği Chi akımları ve onun yönetimi için çok güzel bir örnek olabilir. 

Bir Şnorkel ve maske ile yüzüp ya da fazla derin olmayan ve berrak bir yerde durup dışardan, yüzlerce, binlerce minik balıktan oluşan sürüyü seyeden herkes mutlaka görmüştür, ahenkli bir şekilde aynı yönde, aynı şekilde yüzen balıkların bir anda hemen hepsi aynı yöne dönerler ve yeni yönde ilerlemeye başlarlar. Şayet aynı sürü bir şekilde ürkütülürse bu sapmayı çok hızlı şekilde yaparlar ve sürüden sadece bir, iki balık değişik yönlere sapar. Diğerleri kütle halinde aynı yönde kaçarlar. Şimdi şöyle düşünelim. Söz konusu olan bir, birbuçuk santim boyundaki balıklardan birisi yöneticidir. Balıkların zihin ve akılları çok gelişmiştir ve yönetici balık yüzgecine sıkıştrdığı megafonla bağırmaktadır "Dikkat arkadaşlar. Üç salise sonra herkes birden doksan derece sağa sapacak". Böylebir durum olamayacağına göre bütün balıkları hatta ağaçlar arasındaki birbirini görmeyen kuşları ya da sürü halinde uçan kuşları aynı anda haraket ettiren nedir. Burada bir iddiada bulunmuyoruz. Sadece soruyoruz. 

Tabii Tai Chi çalışmasının balık haraketlerine benzetilmesi yapılan haraketin ahangi ile ilgilidir fakat herkes gerekli konsantre ve duyarlılığı sağlayabilirse herşey, hiç düşünmeden tıpkı yukarda anlatılan balık sürüsü haraketi gibi de olabilir. 

Tai Chi haraketlerinden aşağıdaki "Zihnin etkin ve edilgen durumları" bölümünde tekrar bahsedilecektir. Burada Tai Chi'den bu kadar bahsetmek yeterlidir. 

Tekrar Chi'ye dönersek, ister Tai Chi, ister başka bir yöntem kullanarak, insan Chi ile iletişim halinde olmayı ve ona teslim olarak yaşamayı öğrenince hayatında bir çok şey değişmeye başlar. Bir Chi ustası istediği zaman bedenini hafifletebilir. Islak bir kumsalda yürüyüp, kumların üzerinde hiç ayak izi bırakmayan kimselerden bahsedilir. Ayrıca uzak doğu savaş sanatları çalışmalarında, karşılıklı döğüş çalışmasında, zeminin bir kenarını kaplayan keskin kiremit ve cam parçalarının üzerine farkında olmadan çıkan, dört beş adım atan ve ayaklarında kesilme, kanama olmayan kimseler görülmüştür. Zihinsel dinginliğini sürdürebilen kimseler vahşi hayvanlardan zarar görmeyebilirler. Mesela şunu bir örnek olarak söyleyebiliriz ki, henüz yavrularının gözü açılmamış durumda olan bir dişi sokak kedisinin yavrularını ellerini uaztıp alırlar ve tırmalanmazlar. Bir yılanı elleri ile tutup onun sakin durumda kalmasını da sağlayabilirler. Hayvanlarla yapılabilen çok kolay bir deneme de güvercinler arasında yürümektir. Güvercinlerle dolu bir meydanda ya da parkta normal yürüyüş hızıyla yürünür. Bu yapılırken zihinsel sakinlik durumuna geçilir ve sanki bir Tai Chi çalışması yapılıyormuş gibi Chi ile senkronize olunur. Zihin durdurulur ve kişi kendisini Chi'nin yönetimie açar. Bu başarılırsa güvercinler kişinin ayağına bir santim mesafede bile olsalar, ayak onlara çarpmadıkça havalanmazlar. 

Bu gibi şeylerin dışında mesela kişi geleceği bilebilir. Burada söz konusu olan geleceği bilmek, günler ya da saatler sonrası olacak bir olayı bazı detaylarıyla bilmek demek değildir. Bir, üç veya en fazla beş saniye sonra olabilecek bir şeyi sezmektir. Kısaca söylemek gerekirse insan bir virajdan çıkarken karşılaşabileceği durumu ya da sırtından bir darbe alacağını veya boynuna ya da yan bölgesine doğru bir kılıcın geldiğini görmeden ve olaydan bir saniye önce hissedebilir. 

Bunlar günlük hayat içinde sıksık yaşanabilen şeylerdir. Asla bir keramet niteliğinde değildirler ve isteyen herkes bunları yapabilir. Ayrıca bu gibi şeyler mutlaka Chi ile uyumlu hale gelinmiş demek de değildir. Bunlar, bu tür çalışmalar olmadan da yapılabilir durumlardır. Yukardaki örnekler Chi ile ilgili tezahürler olmayabilirler. Bunlar örnek olarak yazıldılar. Yani Chi akımlarıyla ilgili bir durum da olsa böyle olurdu demek istiyorum. 

Tabii geleceği bilmek konusunda gelişmiş bir sistem de vardır. O da yukardaki satırlardan birinde adı geçen Yi King ya da I Ching'dir.

 

Yi King Ya da I Ching

Yi King bazı kaynakların iddiasına göre dörtbin, bazı kaynakların iddiasına göre beşbin yıllık ve bazı kaynaklara göre de çok daha eski olan eski Çin kehanet sanatıdır. Burada da hemen "Kehanet" sözüne açıklık getirmek gerekmektedir. Kehanet geleceği söylemek kavramını çağırıştıran bir kelimedir. Kısaca Falcılık ve faldan bir farkı pek yoktur. Nedense Yi King için batı dillerinde hep kehanet denilir fakat gerçekte Yi King'in geleceği söylemekle pek ilgisi yoktur ve asla bir falcılık yöntemi değildir. Yi King insanın kendisinden daha gelişmiş bir zeka ile kontak kurarak geleceğe yönelik tavsiyeler alma sanatıdır. Gelecekte ne olacağını söylenmez sadece yapılması düşünülen bir şey için uygun zamanda olunup, olunmadığı söylenir. "Bu iş şu şekilde yapılırsa daha iyi sonuç alınır, bu şekilde yapılırsa tepki görür" tarzında nasihat verir. Yi King'in tavsiyeine uymak veya uymamak kişiye kalmıştır. 

Yi King'in tavsiyesine baş vurmak için havaya atılan üç tane madeni para ya da altı tane tahta parçası veya elle karıştırılıp, bölünen elli tane çubuk kullanılır. Yi King'in pratikteki kullanımına en iyi örnek ise II. Dünya savaşında, Japonlar'ın Pearl Harbor baskınının zamanlaması için Yi King'e baş vurmalarıdır. 

Yi King'i kullanabilmek için de yukardaki Tai Chi bahsindeki gibi tam bir konsantre ve evrensel enerji ile kontak kurmak gereklidir. Modern psikiyatrinin babalarından birisi olan Carl Gustav Jung, Yi King'i, kendi geliştirdiği senkronizasyon teorisi çerçevesi içinde incelemiş ve elde edilen sonuçların son derece mantıklı olduğu sonucuna varmıştır. 

Yi King sadece evrensel enerjinin tezahürlerine bir örnektir. Zanshin ve Iaido ile "Zihnin edilgen hali" içinde olmaya örnek olmasından başka ilgisi olmadığı için burada ondan daha fazla bahsetmemize de gerek yoktur. 

 

ZEN BUDİZM

Yukarda Chi ve Tai Chi konularından oldukça uzun bahsettik. Halbuki Chi ve/veya Tai Chi Japon savaş sanatlarını ve Samuri'nin kendisine has felsefesini ve tabii dolayısıyla da Iaido'yu çok fazla etkilemiş değildir. Japon savaş sanatlarını en fazla etkileyen ruhsal gelişme yöntemi aslında Zen Budizm'dir. 

Zen Budizm, Çin kökenli bir Budizm ekolüdür fakat Çin'e Hindistan'dan gelmiştir. Daha doğrusu Çin'e, Çinlilere Budizm öğretmek için gelen bir Hintli Budist rahip tarafından, Çin'de geliştirilmiştir. Zen Budizm'in ve Kung Fu'nun doğuşu ile ilgili efsanelerin bir çoğu aşağıdaki özetin akışındadır.  

Çok çok uzun zaman önce Hindistan'da, Savaş sanatlarına çok meraklı bir Mihrace yaşarmış. O zamanın bilinen bütün döğüş sistemlerini ve araçlarını toplamış fakat elindeki veriler ona yetersiz görünmüş. Mihrace konuyla ilgili araştırmalarını derinleştirerek vahşi hayvanların kavga tekniklerini incelemiş ve bunlardan aldığı ilhamla daha güçlü döğüş teknikleri ve kendisine göre bir sistem geliştirmiş. Aynı mihracenin esir ve kölelerin vücutlarına iğneler batırarak vurulacak sinir merkezleri üzerinde de çalıştığı söylenir. 

Aynı dönemlerde Budizm de oldukça yaygındı ve değişik yerlerde bir çok Budist manastırı vardı. Bir rivayete göre bazı mihraceler saraylarını, hazinelerini saklamak için pek güvenli görmezler ve Budistlerin manastırlarına emanet ederler. Zamanla Budist rahiplerin ellerinde çok büyük bir servet birikir ve sonunda bir gün, rivayete inanılırsa, rahipler hazineleri, sahiplerine vermeyi redderler. Uzun ve kanlı savaşlar çıkar ve sonunda rahipler yenilirler. Bu olaydan sonra rahiplerin silah kullanmaları, taşımaları, bulundurmaları yasaklanır. Budizmi yaymak için ülkede dolaşan Budist rahipler kısa zamanda, çok fazla sayıda olan soyguncuların kurbanı olmaya başlarlar ve sonunda silahsız kavga yöntemlerini öğrenip, geliştirmek zorunda kalırlar. 

Günlerden bir gün Bodhidharma adındaki bir rahip, Budizm öğretmek üzere Çin'e gidip, Honan eyaletindeki Shaolin'e yerleşip, bir manastır kurar. Bir süre sonra Bodhidharma Çinlilerin zihinsel olarak fazlasıyla uyuşuk olduğuna ve Budizmi tam olarak anlayıp uygulayamayacaklarına karar verir ve Budizm'de bazı tadilatlar yaparak yeni bir sistem geliştirir. Bu yeni Budizm tarzına Zen Budizim ismi verilir. 

Tabii rivayetlerden, daha mantıklı düşünmeye geçersek, Zen Budizm'in geliştirilme sebebi olarak Bodhidharma'nın kendi tecrübe, sezgi ve bilgileri doğrultusunda çok daha işlek bir sistem geliştirmek istemiş olması daha akla yakındır. Budizm öğrenemeyecek kadar miskin Çin halkı ve onlara hitap edebilecek uydurma bir Budizim fikri pek akla yakın gelmiyor. Fakat gene de konuyu aynı doğrultuda izlememizde bir zarar yoktur. 

Bodhidharma geliştirdiği sistemin de Çinlilere ağır geldiğini, onların fiziksel ve zihinsel disiplinden uzak olduğunu düşünür ve Çinlileri daha sağlıklı bir yapıya ulaştırmak için döğüş sanatlarını talim ettirmeye başlar ve kısa zamanda döğüş sanatları Zen Budizm'in ya da Shaolin tapınağının resmi uygulaması halini alır. 

Shaolin Kung Fu ekolü aşağıda görülecektir. Burada  Bodhidharma konusuna son noktayı koyabiliriz.

 

Zen Budizm uygulamaları

Zen Budizm, uygulama tarzı olarak klasik Budizm, Tibet Budizm'i ve benzer ekollerden çok farklıdır. Başta Shaolin Kung Fu olmak üzere bir çok döğüş ve savaş sanatının tercih ettiği zihinsel disiplin olmasının ana nedeni de onun uygulama farklılığıdır. 

Zen Budizm'de de diğer Budizm ve Yoga ekolleri gibi yapılan meditasyon vardır fakat Zen meditasyon Diğer Budizm ekolleri gibi ve mesela Tantrik Yoga ve diğer Yoga ekolleri gibi mandala'lara, mantralara, Buda heykellerine ve daha bir sürü şekilsel duruma gerek görmez. Dua, mantra zikir, gibi şeyler tamamen gereksizdir. İlahlara veya ruhlara tapınmak yoktur. Bir tapınağa da ihtiyacı yoktur. İnsan bir duvarın önüne oturup meditasyon yapabilir. Meditasyon için Lotüs oturuşu veya bildiğimiz bağdaş kurarak oturma tavsiye edilirse de insan bir sandalyede de oturarak ve hatta uyuyakalma riski yoksa yatağına uzanarak da Zen meditasyon yapabilir. Meditasyonun esası da üç, beş satırla anlatılabilir. Çok kaba olarak özetlememiz gerekirse, Zihin boşaltılır (Bu zihin boşaltma ve zihin durdurma, hiç birşey düşünmemek konuları bütün dünyadaki kitaplarda daima yanlış anlatılmıştır. Özellikle de yurdumuzda basılan kitaplarda ya çeviri yetersizliği, ya çeviriyi yapanın Budizm'i bilmemesi, ya da özgün kitabın da eksik ve yanlış olmasından dolayı "Zihin durdurması" saçma sapan izahlardan ibarettir. Bunları sadece okuyan değil, yazan da anlamaz. Şimdilik, insan ya da hayvan, bir zihnin tamamen durdurulmasının ya da boşaltılmasının ölüm haricinde imkansız olduğunu belirtmemiz yeterli olur). Bu durumda iken bir süre sonra ani patlamalar halinde ya da yavaş yavaş, gözün önündn bazı imajlar geçmeye başlar. Bunlar bir şarkının görüntü klibine benzer şeyler olabilirler, ani patlamalarla (Flaş patlaması gibi) gelip geçen resimler olabilirler, bazı olaylar da olabilirler, renk tayfları olabilirler kısaca herşey olabilirler. Burada önemli olan söz konusu görüntülere müdahele etmemek, hayallere dalmamak sadece tarafsız olarak bakmak ve görüntünün değişmesini beklemektir. Bu şekilde zamanla insan kendi bilinçilatını tamamen boşaltıp ona hakim bile olabilir. 

Bir ikinci Zen uygulamasıysa "Koan" ismi verilen anlamsız sorulardır mesela Guru, öğrencisine saçma sapan bir soru sorar "Sen yolda gidiyorsan yol nereye gider" gibi (Bu soru örnek olsun diye şu anda, bu satırlar yazılırken uyduruldu. Gerçek Koan'lar bundan daha anlamsızdır). Öğrenci sorunun üzerinde günlerce düşünür, konsantre olur. Zihnini buna o derece takar ki sonunda Hintçe Nirvana, Japonca Satori denilen durumu yaşar. 

Bunlar, herne kadar diğer ekollere göre farklı şeylerse de asıl farklılık yapılan her işin ve her eylemin bir Zen meditasyon haline getirilebilmesidir. Mesela tarla çapalamak. Devamlı olarak aynı rutin haraketi yapmak, Bu yapılırken zihni boşaltmak ve haraketlerin bir noktada otomatizmaya bağlanması ve evrensel enerji ile bütünleşmek, Satori yaşamak. Aynı durum yürüyüşle, eline fırçayı alıp, konsantre olup, bir anda hiç düşünmeden bir desen çizmekle de yapılabilir. İşte Zen Budizm'in Savaş sanatları uygulayıcıları tarafından büyük kabul görmesi onun bu uygulama tarzıdır. Tabii bu tarz uygulamalarda, meditasyon konusunda bahsedilen haraketsizlik ve/veya bazı vizyonların seyredilmesi gibi bir durum yok. Burada farklı bir zihinsel boşluk gerekir ki, o da kaba tarifi ile zihnin, sadece yapılan eylemle fakat düşünmeden işgal edilmesidir. Burada, ilk sayfalardaki Karate isminin açıklanışının hatırlanması yerinde olur.

 

Shaolin Kung Fu

Uzak Doğu döğüş sanatlarıyla ilgilenen herkes ve ek olarak bu gibi şeylerle ilgilenmeyip, sadece bazı filmleri ve  Tw dizilerini izleyen herkes Saholin Kung Fu ekolünü duymuştur. Türkiye'deki  siyah beyaz televizyon döneminde (Yaklaşık olarak 1978 - 1979), TRT1'de  siyah beyaz olarak ve daha sonra da bazı özel televizyonlarda renkli olarak gösterilen Kung Fu dizisini çoğu kimse hatırlayabilir. Dizinin bazı bölümlerinde vurgulanmışsa da bir çok kimse, dizideki manastırın Zen Budizm ve Saholin Kung Fu'nun doğum yeri olan, Bodhidharma'nın kurduğu Saholin manastırı olduğunu pek bilmez. 2003 yılında da National Geographic televizyonu Sholin Kung Fu ile ilgili uzun bir program yaptı. Sholin manastırı Kung Fu yüzünden oldukça meşhur olmuş olmakla beraber onun asıl önemi Zen Budizm'den gelir. Kung Fu bir uygulama ve yan üründür. 

Saholin Kung Fu öğrencilerine göre, Kung Fu Saholin kaynaklıdır ve bütün Çin'e oradan yayılmıştır. Çin'deki döğüş sanatlarının atasıdır. Fakat bu iddia çok gerçekçi görünmemektedir. Çin'de o dönemlerde de değişik döğüş yöntemleri vardı. Gene de konumuz Kung Fu ekollerinin gerçek kaynağını aramak olmadığı için bunu, olaya karizmatik bir yan kazandırdığından dolayı kabul edebiliriz. 

Kung Fu, Sholin manastırının vazgeçilmez eğitim sistemlerinden birisiydi fakat gerçekte manastır bir döğüş okulu değildi. Kung Fu manastırın terbiye sistemlerinden birisiydi ve dinsel eğitimimden başka, döğüş sanatlarını isteyen gençleri de tapınağa çekiyordu. 

Gençleri çekiyordu dedik ama Tapınağın tercihi çocuk yaşta müridler kazanmaktı. Çok küçük yaşta alınan çocuklar özenle yetiştiriliyorlardı. Tapınak öyle her isteyenin hemen kabul edildiği bir okul da değildi. Adaylar uzun ve bıktırıcı sınavlardan geçiriliyor ve ancak hem fiziksel olarak hem de zeka açısından güçlü olanlar kabul ediliyorlardı. 

Sholin tapınağının aday kabulü, eğitim aşamaları ve  felsefesi burada ele alınamayacak kadar geniştir. Aslında bunları tek bir ciltte toplayan bir kitap yazmak da mümkün değildir. 

Rahip adayları sabır ve fiziksel direnç gerektiren ve geliştiren eğitim seviye ve şekillerinden geçiyorlardı. Bunlardan özel çalışma sayılabilecek bir tanesini örnek vermemiz gerekirse: Bu çalışmayı yapacak olan rahip ya da rahip adayı bakırdan yapılmış büyük ve ağır bir gongun karşısında, Karate'de Kiba Dachi ismi verilen duruşun daha geniş ve alçak olan bir şekline geçer. Bu duruşu bozmadan her gün saatlerce gonga yumruğun önü ile vuruş yapar. Bu durum aylarca ve hatta yıllarca sürer. Bu süre zarfında başka hiç bir duruş ve teknik yapılmaz. Rahip yumruk attıkça gongun sesi ile senkronize olur. Zihnini boşaltır ve evrensel enerji ile bir olur. Sonunda evrensel bilince ulaşır. 

Burada çok basit ve kaba şekilde anlatmamıza rağmen uygulama çok daha zor, acı verici, bıktırıcı ve anlamlıdır. Bu gong çalışması aşağıdaki bölümde tekrar hatırlatılacaktır. 

Eğitimlerini tamamlayan rahip adayları en sonunda bir bitirme sınavına girerlerdi. Bu sınav uzun bir koridordan geçmekti. Koridorda aniden saldıran tahta heykeller ve çeşitli bubi tuzakları vardı. Bazı kaynaklara göre bunların sayısı 108'dir (108 Tibet budizmindeki tanrı isimleri ve tespihlerindeki tane sayısıdır. Sayı bununla ilgili olabilir). Koridorun sonundaki çıkış kapısının önünde alev alev yanan bir soba ve üzerinde kaynayan büyük bir çaydanlık bulunurdu. Rahip adayı bu çaydanlığı iki bileğinin içi yani damarlı kısmı ile kıstırarak tutup, yandaki başka bir yere bırakırdı. Tabii bu yapılırken bileklerin iç tarafları kötü şekilde yanardı. Bazı film ve animasyon törenlerde bu olay büyük bir kazanla yapılırmış gibi canlandırılsa da özgün olarak bir çaydanlık kullanılırdı. Kollardaki yanıklar iyileşince bu yanık yerlerin üzerine, bir kola kaplan, diğerine ejderha dövmesi yapılırdı. Bu dövmeler de rahibin diplomasıydı. 

Bu zamana kadar manastırı terketmesine izin verilmeyen rahip bundan sonra istediği takdirde ülkede dolaşırdı. Herhangi bir yerde soyguncularla veya herhangi bir tür zorbalıkla karşılaşırlarsa sadece kollarını kaldırarak geniş yenlerinin aşağıya sarkıp, dövmeleri göstermesine izin verirlerdi. Bunu gören rakipleri de çoğunlukla onlara bulaşmaktan vazgeçerlerdi. 

Şimdi Zen Budizm ve Chi konularını, döğüş sanatlarının ve felsefelerin Japonya'ya geçmesiyle ilgili bölüme kadar bir yana bırakarak insan bedenindeki ruhsal enerjiyi incelememizin ve böylece de Zanshin konusuna biraz daha yaklaşmamızın zamanı geldi fakat bunu yapmadan önce Sholin uygulamalarıyla İslami Tasavuf arasındaki benzerliklere de kısaca temas etmemiz gerekiyor.

 

Tasavvuf ve ruhsal enerji

Bu bölümün başlığı Tasavvuf ve ruhsal enerji olmakla beraber aslında sadece İslam tasavvufunu kastetmiyoruz. Burada söz konusu olan şeyler, İslami Tasavvuf, Yahudi Kabala'sı (Bugün hemen hemen sadece Israil'de uygulanan ve klasik Kabalada denilen tasavvufi ve majikal ekol. Avrupa ve Amerika'da uygulanan ve modern Kabala da denilen uygulamalara pek ilgisi yoktur), Eski Avrupa'daki bazı Pagan dinlerin ritüelleri, Kızılderili dinsel ve majikal uygulamaları, Avustralya'nın Aborgin'lerinin ritüelleri , çok şaşırtıcı olarak Orta Amerika'nın Vudu ayinleri ve akla gelen her benzer uygulamadır. İslami tasavvufun ana örnek olarak ele alınmasının nedeni

Yaşadığımız ülkede yaygın olması ve hemen herkesin az çok bir fikir sahibi olmasıdır. Bütün bu uygulamalar şekilsel olarak da, edilen dualarla da, yapılan zikirlerle de birbirinden inanılmaz derecede farklı olabilirler fakat özde, yapılan ve amaçlanan şey hep aynıdır. 

İslam geleneğinde değişik mezheplerin değişik tarikatları vardır. Bunların ana yapılarını, birbirlerinden ayrılıklarını, kullandıkları zikirleri ve zikir tarzlarını tek tek saymamız.? Evet mümkündür fakat o zaman bir tasavvuf ansiklopedisi yazmış oluruz. En iyisi burada sadece Zikir yapılmasını ve ne gibi bir anlam ve amaç taşıdığını görmeye çalışmaktır. 

Derviş kendi ait olduğu tarikatın gereken şeylerini yerine getirdikten sonra (Bunlar tabii ki, abdest almak, namaz kılmak, tövbe istiğfar gibi şeyler ve rutin dualardır.) oturup zikir yapmaya başlar ya da başlarlar. Zikir kişinin evinde yapılıyorsa yani yapan tek başınaysa bir tespihle sayarak zikri belli adette yapar. Yeri gelmişken açıklamak gerekir ki, "Zikir", Anmak, adını anmak, söylemek anlamına gelen bir kelimedir ve tasavvuf ve Havas terminolojisinde Tanrı'nın isimlerini söylemek anlamındadır. Belli bir tanrı ismi seçilir. Bu isim müride şeyh tarafından, onunla vibrasyonel olarak uyumlu kabul edilerek tavsiye edilmiş bir isim olabilir. Her zikrin bir adedi vardır. Mesela Allah isminin değeri 66, Kahhar isminin değeri 306'dır. Bu isimler kendi değerleri kadar değil tabii daha da fazlasıyla zikredilirler. 1000 defa 10 000 defa ya da sayısız olarak. Gurup halinde yapılan zikirlerde genellikle tekke'nin devamlı yaptığı zikirler yapılır. 

Şekil olarak ne olduğu anlaşıldıktan sonra zikrin iç anlamını anlamaya çalışabiliriz. Kişi mesela Rahman isminin zikrini yapıyorsa gereken şartlar diğer isimlerin zikrinde olduğu gibi, zihni dünyasal şeylerden arındırmak, ismi sadece kelime olarak söyleyip, teleaffuz etmemek, onunla bütünleşmeye çalışmak gibi şeylerdir. Kişi sadece Tanrı'yı ve onun, zikrini yaptığı isminin taşıdığı enerji ve anlama konsantre olmalıdır. Günlük olaylar düşünülerek, dağınık bir zihinle yapılan zikir geçersizdir. 

Zamanla kişi aynı kelimeyi tekrarlaya tekrarlaya ne söylediğini farketmez hale gelir. Kendi sesi kendi kulağına sanki bir sürü kişi tarafından koro halinde söyleniyormuş gibi duyulmaya başlar. Zihin uyuşur, değişik vınlamalar ve çeşitli sesler duyulur. Hatta bulunulan odada fiziksel tezahürler, çatırtılar, cisimlerin kımıldaması gibi şeyler de olabilir. Bunlar sadece aşağıda göreceğimiz bedensel enerjinin genleşmesidir ve öyle cinlerle, perilerle, meleklerle filan ilgili değildir. Zikir yapmakla asıl amaçlanan şey bir süre sonra gerçekleşir ve kişi söylediği isimden başka birşeyi ne düşünür ve ne de zihninde birşey vardır. İşte bu durumda Chi uygulamalarının veya Sholin rahibinin bir gonga yumruk atarak ulaştığı duruma girilmiş olunur. Tabii bunun devamı da vardır. Bundan sonraki aşama zikrin de durdurulmasıdır. Kişi ismi sadece zihnen tekrarlar ve sonunda o da durur ve kişi kendisini bilmeden bir enerji akımının içinde kalır. Bu enerji akımı zikir yaparken kullandığı ismin temsil ettiği bilgilendirici, koruyucu, kahredici vs, türden olabilir. O anda kişi çeşitli hayaller görmeye de başlayabilir. Mesela melekler gibi, şeytanlar gibi. Ama bunlar bilincin bastırılmasından dolayı, bilinçaltından uyanıp, yüzeye çıkan şeylerdir (Çoğunlukla). Bu durumun en pratik faydası kişinin evrensel enerjiye bir olma halini, Hintçe Nirvana, Japonca Satori yaşaması, blinçaltındaki pislikleri ve düğümleri temizlemesi ve zamanla da insanüstü sayılan bazı vasıflar kazanmasıdır. Bunlardan yukardaki, Chi  hakkındaki bölümde bahsettik. Genellikle tekkelerde yapılan toplu zikirlerde bu duruma giren bazı kişiler çırpınıp epilepsi nöbeti geçirirmiş gibi kendilerini sağa sola atmaya başlarlar. Ağızları köpürür, tuhaf sesler çıkartırlar. Bu duruma Cezbe ismi verilir (Günümüzde genellikle rol yapılır. Amaç tekkeye müşteri, pardon mürid çekmektir). Tuhaftır ki bu durumda sağa sola fırlayıp, yerlerde yuvarlanan, sağa sola sert şekilde çarpan kimseler hemen hemen hiç fiziksel hasar görmezler. Bu durumda iken şeyhin yaptığı manyetik etki (Manyetik etkiler ve manyatizasyon çalışmalrı aşağıda ele alınacaktır) yardımcı olabilir. 

Burada anlatılan durum, içinde yaşanılan zihinsel yapı ve kişisel tecrübe yukardaki sayfalarda anlatılan durumlardan hiç farklı değildir. Bundan çıkan sonuç şudur: "Enerji tektir. Her din, felsefe ve kültür ona kendi elbisesini giydirir". 

Bu konudaki son söz olarak şunu belirtmekte fayda vardır: Bu bölümü okuyup, bu tür şeyler deneyimlemek isteyen kimseler hiç heveslenmemelidirler. Günümüzde artık keramet sahibi gerçek bir şeyh kalmamıştır ve mevcut olanlar, kendileri ne iddia ederlerse etsinler, şayet müridlerinin sırtından geçinen dolandırıcılar değilseler, İslam folklöründen başka birşey de değildirler. 

 

KİŞİSEL ENERJİ

Konumuzun bu noktasında Evrensel enerjiden, Kişisel enerjiye geçerek Zanshin kavramına biraz daha yaklaşmış oluyoruz. Hemen hemen bütün Okült ve mistik ekoller, insanın görülüp, bilinen bedeninden daha başka bedenlere de sahip olduğundan bahsederler. Okült ve mistik konuların yabancısı olan ve bu gibi şeyleri sadece sinemada görüp bilen kimseler bu bedenleri doğa üstü şeyler ve fiziksel yaradılışın dışında zannederler buna karşılık Okült ve mistik yolların öğrencileri söz konusu olan bu bedenler hiçbir zaman fizik planın ötesinde ya da doğaüstü şeyler olarak düşünmezler. Bu iddialar içinde bilimin kabul ettiği sadece insan Aura'sıdır. Tabii bilim Aura'yı da tam olarak kabul etmez sadece bu konuda suskun kalmayı tercih eder. Burada söz konusu olacak olan diğer şeyler ise bilimsel düşüncenin dışında kalır.

 

Neden, "Zanshin'i batılılara anlatmak zordur" denir?

Burda hemen her türlü gizemli konuyla ilgilenen ve bu konularda birşeyler yazmaya çalışan kimselerin düştükleri bir hataya ve içinde bulundukları aşağılık kompleksine temas etmemiz lazımdır. Bu duruma eğilmemizin nedeni ise Japon Iaido ustalarının batılılara Zanshin kavramını açıklamayı çok zor bulmalarıyla ilgili bir durum olmasıdır. Iaido ustalarının içinde oldukları  psikolojik durumu biraz daha sonra ele almaya bırakarak önce genel yapıyı görelim.

 

- Materyalist akımlar -

1940'lı yıllardan sonra dünyada tuhaf bir materyalist akım başladı. Bu akım 1950'lerin sonlarına hatta 60'ların ortalarına kadar insanlara hakim oldu. Söz konusu dönemlerin sinema filmlerini veya macera romanlarını inceleyen bir kimse de bunu açıkça görebilir. Bu dönemlerde Bilim kurgu türünde yapılan bir, iki tane çok zayıf film vardır. Bunlar da Bazı kötü uzaylıların dünyaya gelip, dünyayı ele geçirmek için savaşmalarıyla sınırlı şeylerdir. Özet olarak o filmlerde ne bilim vardı ne de Kurgu. Gerçi aynı dönemlerde Amerika'da, Sovyetler birliğinde ve bazı Avrupa ülkelerinde hatırı sayılır bir Bilim kurgu okuyucusu vardı fakat nedense bunlar hiç dikkate alınmazlardı. Aynı şekilde sinemada görülen o dönemin siyah beyaz korku filmlerinde de söz konusu canavar, vampir, kurt adam çoğu zaman filmin sonunda mutlaka bir yalan, uydurma, bir katilin kurbanını korkutmak için oynadığı bir rol olarak ortaya çıkardı. En azından bizim ülkemize gelebilen roman ve filmler bu çerçeve içindeydi. 1960'lı yıllarda ilk defa "Hayat mecmuası" yayınlarından çıkan "Dokuz düğümlü ip" isimli romanın sonunda olaylar bir düzmeceye değil de gerçek büyücülere bağlanıyordu. O dönemin okuyucuları romanın konusundan çok sonunda bazı şeylerin gerçek olarak gösterilmesine hayret etmişlerdi. 

Tabii burada, yukarda söz edilen Uzaylılar, vampirler, kurt adamlar gibi şeylerin gerçek olduğunu söylemiyoruz. Sadece o dönemi yaşamamış olan ve yaşayıp da bu konulara dikkat etmemiş olan kimselerin asla bilemeyecekleri o yasaklayıcı zihniyeti anlatmaya çalışıyoruz. Uzun sözün kısası, kendisinin medyum olduğunu iddia eden, fiziksel planın ötesindeki şeylerden, kabul ederek bahseden herkes derhal aptal, cahil, hurafeprest olarak kabul ediliyordu. Dolayısıyla evinde oturup, en aptalca şekilde ruh çağıran ve buna inanan insanlar basın karşısında veya toplum içinde kendilerini bu gibi şeyleri inkar etmek ve hatta alay etmek zorunda hissediyorlardı "Ya bana aptal ve cahil derlerse" korkusu. Türk ceza kanununa bakmak bile bu durumu görmek için yeterlidir. Türk kanunlarına göre, herkesin zannettiğinin aksine falcılık ve benzeri şeylerin cezası yoktur. Kanun bu gibi şeyleri yok sayar ve bunları para karşılığında yapanları dolandırıcılık suçundan cezalandırır. Özellikle bizim gibi geri kalmış ya da bırakılmış ülkelerde bu durum çok katı olarak görülür. bunların üzerinde fazla durmamız gerekli değildir. Sonuç olarak  Türkiye'de Okült ve mistik konuları ciddi bir şekilde araştırmaya çalışmak mümkün değildi. Dünyanın diğer ülkelerindeyse bizdeki gibi zihinsel ve kağıt üzerinde yazılı olmayan sınırlamalar çok katı olmamakla beraber vardı. 

Okült ve Mistik konularla ilgilenen hemen hemen herkes şayet kendisini adam yerine koydurmak istiyorsa olaya bilimsel bir çerçeve vermek zorundaydı. Toplum tarafından çok aşağılandıkları için zamanla bu aşağılık kompleksi kemikleşmiş bir durum halini aldı. Günümüzde de bu vardır. Örnek olarak Astroloji'yi ele alalım. 

Günümüzde kendisini Astrolog sayan herkes bir, bilimsel olabilmek kompleksi içindedir. Hele de kişi bir kitap yazmak niyetindeyse mutlaka kitabın bir yerinde Astroloji'nin bilimsel temele dayandığından, bir istatistik bilimi olduğundan, Yıllarca araştırıldığından bahsetmek zorundadır. Ancak bu şekilde kendisine toplum içinde bir yer sağlayacağına ve ciddiye alınacağına inanır. Halbuki iddia ettikleri bilimselliğin hepsi de kocaman bir yalandır. Şimdi şöyle düşünelim. Astroloji, Sümerler zamanından beri mevcuttur. Daha doğrusu elimizdeki tarihsel veriler Sümerlere kadar dayanır. Bu arada Güney Amerika'da Aztek'ler, Maya'lar tarafından yapılan Astoloji'yi hiç söz konusu etmediğimiz gibi binlerce yıldan beri Çin'de, Tibet'te ve diğer Asya ülkelerinde olan uygulamalardan da bahsetmiyoruz bile. Sümerlerden sonra, İkici dünya savaşına kadar geçen zamanda olan genel bilimsel gelişmeleri biliyoruz. İkinci dünya savaşı sırasındaki dünyanın genel durumu ortada. Savaş sonrası olan bilimsel yapı belli. Kim, hangi dönemde, hangi araçları kullanarak bu istatistikleri yapmış. Son on yıla kadar elimizde küreselleşmiş bilgi ağı olan internet bile yoktu. En meşhur, en bilimsel kabul edilen, diğer Astrologlar tarafından geniş ölçüde kabul gören Astrologların bile ancak bir iki tanesi istatistik araştırma yapabilmiş ve bunların deneklerinin sayısı da asla elli kişiyi geçmemiştir. Üstelik bu istatistikler de Astrologların iddia ettikleri ve çoğu zaman da tutarlı olan yorumlara uymaz. Buna dayanarak Astrolojinin, nasıl bir bilimsellik olduğu palavrasını atarlar. Hatta yurdumuzdakilerin çoğu buna yani Astrolojinin bilimsel bir yanı olduğuna inanır da. Hiç kimse ortaya çıkıp, "Bu bilgiler tarihten gelir, büyük ölçüde sezgisel şeylerdir. Kardeşim bu budur. İnanan gelsin, inanmayan canı ne isterse yapsın" demek cesareteni gösteremez. 

İşte Astrologların bu durumu tipik bir toplumsal baskı ve zihinsel kısıtlamadan gelen aşağılık kompleksine en iyi örnektir. 

Bu gibi durumların sonucu olarak büyücü kendisine Okült araştırmacı dedi, Parapsikolog dedi ve aklınca saygınlık kazandı. Buna rağmen söz konusu konular kendini ciddi ve aklıbaşında saydırmak isteyen otorite makamları tarafından, geniş ölçüde reddedilmekle birlikte kapalı kapılar ardında araştırılıyorlardı da mesela 1970'li yıllarda Sovyetler birliğinde Parapsikolojik araştırmalara, medyumlara ve Astrologlara tahsis edilen para onyedi milyon ruble idi. 

Batılılara Zanshin'i anlatmanın en zor tarafı buydu. Şimdi bu nokta çok önemlidir: Zanshin hakkındaki tezimiz doğrudur veya yanlıştır. Bir Iaido ustası ya da başka bir Savaş sanatının ustası veya bunların hepsi birden ortaya çıkıp bu tez yanlıştır diyebilirler. Fakat bunu söyleyenlerin getireceği açıklama tarzı ne olursa olsun, Batılılara açıklamakta zorluk çekmelerinin nedeni sadece burada anlatıldığı gibidir. 

Japonlar savaştan yenik çıktılar ve uzun zaman Amerikalıların aşağılamalarına katlandılar. Diğer Asya ülkeleri için de durum farklı değildir. Hindistan'ın batı kompleksi kadar diğerleri de ezilmişlerdi. Dolayısıyla Batılılara mistik bir şey izah ederken olayı, batılılara göre bilimsel tabana oturtarak kendilerini adam yerine saydırtma politikası içindeydiler. 

Bir Iaido ustası ilk önce bunu kırmak zorundaydı. Hala da öyledirler. Bazı felsefi ve inanca dayalı kabul edilen şeyler asla açıkça anlatılmaz. Uzun zaman sonra bunları anlayabileceğine inanılan ve yetenekli öğrencilere, dil sorunuyla da uğraşarak kıt kanaat anlatmaya çalışıyorlar. Günümüzde yazılan Iaido kitaplarında ya da yazılarındaki nefes konusuna bakalım.

 

- Kokyu nefesi -

Nefes burundan derin fakat zorlayıcı olmadan, tabii şekilde çekilir. Havanın burun deliklerinden yukarıya doğru çıktığı, kafatasının tepesine ulaştığı hisedilir. Hava buradan kafa tasının arkasından, bel kemiği üzerinden aşağıya iner kasıklardan yukarıya dönerek solar plexüs hizasında durur, bundan sonra tabii şekilde burundan verilir. 

Kabaca anlattığımız kadarıyla bu şekilde, nefes tarif edilir ve sonunda telaşla eklenir: 

Tabii, biz havanın bu yollardan geçmediğini, direk aşağıya, ciğerlere indiğini biliyoruz. Fakat bunu bu şekilde düşünerek yapınca ciğerlere daha fazla hava ve oksijn istiflenip, daha motive edici olur. 

Adamların bir tek, "Bu babalarımızın inandığı hurafe. Aman kusura bakmayın. Zaten biz asla inanmıyoruz. Hata edip burada bahsettik. N'olur bunu unutun" demedikleri kalıyor. Bir çocuk bile Modern Japonya'dan gelen ya da Japonya'daki yetişkin bir insanın, havanın nefes alırken kafadan, belkemiğinden ve kasıklardan geçeceğine ciddi olarak inanmadığını bilir. O zaman Iaido ustalarının değişik konularda "Aman biz aslında bunun böyle olmadığını biliyoruz." şeklindeki hatırlatmaları neden? Bunun cevabı da en kestirmeden batıya duyulan aşağılık kompleksi, müşteri kaçırmama telaşı, "Aman bize cahil demesinler" korkusudur. Ya da daha gerçekçi olarak savaş sonrası, babalarının duyduğu eziklik ve korkunun, kendisini batıya karşı bilgili ve batılı gibi düşünür göstermek isteğinin bilinçaltına kadar inmiş olan genetik şartlanmasıdır çünkü günümüz Japonya'sındaki, bir yerlere gelmiş bir kimsenin bilinçli olarak böyle bir duygu taşıması ve farkında olarak böyle davranması da saçma bir düşüncedir. 

Halbuki konunun aslında Yoga ile ilgilenenlerin açıkça bildiği, başka bir bedeni, Yoga'da seyyal beden ismi verilen bir Astral bedeni (Astral beden aşağıda incelenecektir) beslediği bir gerçektir. Evet. Kim ne derse desin bunlar hurafe veya doğaüstü değil, gerçektir. 

Şimdi. Zanshin'i anlatmak için bütün yukarıdaki sayfalarda bahsedilen konuların az veya çok bilinmesi, Chi veya Ki hakkında fikir sahibi olunması bunların dışında da, aşağıda inceleyecek olduğumuz enerji bedenleri anlatmak gerekiyor. Hangi Japon usta Amerika'ya gelip, tam maddesel magandalar olarak gördüğü, "Bize kesip biçmeyi, adam dövmeyi öğret" diyen bir topluluğa bunları anlatabilir. Haydi herşeyi göze alıp anlatsın kim anlar. Tabii her yüz kişiden beşi bunları bilebilir ve anlayabilir ama hangi usta sadece bunları vermek için saatler harcayabilir. Hatta yazı ve kitaplarında değil, Iaido derslerinde bu konulardan ne derece bahsedilebilir. Bunların anlatılması için saatler hatta günler geçer. Üstelik her yeni başlayan öğrenci gurubuna baştan anlatmak gerekir. Teknik ya da daha doğrusu tekniğin dış görünümünü öğrenmeyi bekleyen, bir sürü öğrenci dersin kesilip, saatlerce konuşulmasını, dilden gelen zorluklarla bir sürü yanlış anlamadan sonra bunların öğretilmesini beklermi? Tabii ki, hayır. Kısa zamanda o dojo iflas eder. Kirasını ödeyemez hale gelir. Dolayısıyla bu gibi şeyler ancak ilerlemiş olan, özel sayılan öğrencilere ki, o da kendi merak, kabiliyet ve bilgisi olursa aktarılabilir. 

Avrupa ve Amerika'da durum bu iken, Japonya'da çok mu farklıdır? Hayır. Durum orada da öyledir. Sadece  olmayan tek zorluk dil zorluğudur. Orada da büyük kitle de bu konuları az bilir, az merak eder ve az değer verir. sadece ileri seviyedeki elit bir kesim bilgi ve felsefenin derini ile uğraşır. 

İşte bütün bunlardan dolayı da "Batılılara Zanshin'i anlatmak zordur" derler ki, bu sözün doğrusunun "İnsanlara Zanshin'i anlatmak zordur" şeklinde olması gerekir.

 

Aura

Gene bölüm başlığımızdaki, insanın kişisel enerjisi bahsine dönersek, insanın gözle görünmeyen farklı bedenleri olduğunu yukarda söylemiştik. Aslında bunların tamamına beden adı vermek de hatadır fakat burada anlatım kolaylığı için beden deyip geçiyoruz. Aura insan, hayvan veya bitkilerin bedenini saran bir zarftır. Tam olarak tarif etmek gerekirse yumurta şeklinde bir zarftır. Denilene göre bu yumurta şeklinin erkeklerde omuz kısmı, kadınlarda kalça kısmı daha genişmiş. Aura'yı görmek mümkündür. Aura kişinin fiziksel ve ruhsal durumlarına göre değişik renklerde olur. Her renk özel bir durumu anlatır. Mesela karaciğeri rahatsız olan birisinin Aura'sının, karaciğer üzerindeki kısmının kirli sarı renkte olduğu ve hastalığın ağırlığına göre renkteki kirliliğin arttığı söylenir. İnsanın yorgunluk, hastalık veya dinleniklik, enerjik durumuna göre Aura'nın kalınlaşıp, inceldiği de söylenir. En yoğun ve kalın durum kişinin ruhsal ve fiziksel olarak en formda olduğu durumdur. Tibet Lamaları Aura ile çok ilgilenip, bu konuda çok şey söylemişlerdir. Özellikle ölüm ve reenkarnasyon konusu ile ilgilendikleri için görücü medyum Lamaların bir çok gözlem yaptıklarını ve buna dayanarak da insan ölünce aura'sının da söndüğünü söylerler. 

Tabii, Aura konusundaki araştırmalar Tibet Lamalarıyla sınırlı değil. Batıda da bir çok görücü medyum Aura'dan bahseder. Bu konuda bilimsel araştırmalar da yapılıp, bazı ispatlar getirilmiştir. Krilan cihazı denilen bir tür fotograf makinası yapıldı. Bu alet esas olarak üç yüzlü ve siyah bir piramittir. Yan yüzlerden birinin ortasında bir delik vardır. Herhangi bir cisim piramitin merkezine yükseltilerek, delik hizasına yerleştirilir ve resmi çekilir. Resmi çekilen cismim yani canlı bir bitkinin, bir insan elinin ya da bütün bedeninin çevresindeki Aura ve aşağıda "Enerji beden" ismiyle inceleyeceğimiz enerji resimlerde açıkça görülür. Ortasından kesilmiş bir yaprak bu şekilde resimlendiği zaman çok ilginç bir şekilde bütün olarak görülmektedir. Yaprağın kesilip atılmış kısmı daha saydam olarak görülmekle birlikte eski hali açıkça belli olmaktadır. Daha ileriye giderek, eli veya kolu olmayan bir insanın resmi çekildiği zaman da o kimsenin eksik organı saydam bir hayalet gibi resimlere yansımaktadır. Bu aletten bir tane yurdumuzda da vardır. 1976 yılında Cerrahpaşa tıp fakültesi labaratuarında böyle bir alet gördük. Kullanılmıyordu ve bir köşeye atılıp, çürümeye terkedilmişti. Büyük bir ihtimalle yurt dışından araç gereç ısmarlayan bir ahmak, katalogda "Parapsikoloji" başlığını görünce onu Psikoloji ile ilgili birşey zannederek ısmarlamıştır. 

Uzun sözün kısası bilimsel olarak en azından, burada bahsettiğimiz Aura ve Enerji beden konuları kısmen kabul edilmiş şeylerdir. Tam bir gizem olansa, beden tarifine gerçekten uyan tek şey, Astral bedendir.

 

Astral Beden ve Astral alem

Bu yazıdaki her konunun içinde Zanshin kavramı ile en ilgisiz şey Astral bedendir. Burada da sadece, adı geçtiği için kısaca bahsedilecektir. Fakat gene de söylememiz gerekir ki, Astral alem en azından zihnin edilgen durumuyla ilgilidir. Astral alem içinde yaşadığımız fiziksel planın bir basamak daha ötesinde olan ve tabir caizse ince olan bir boyuttur. Aslında Astral alem başka bir boyut olduğu için onunla aynı anda, aynı zaman ve makan içinde bulunuruz. Astral alemi ve Astral maddeyi yukarda söz edilen Chi ile karıştırmamak gerekir. Astral alemde çok değişik seviyeler ve varlıklar olmakla berber yaşadığımız fizik planın bir kopyası da vardır. Astral alemi oluşturan Astral madde o derece hafif ve seyyal bir yapıdadır ki düşünce ile şekillendirilebilir. Örnek olarak şunu söylememiz mümkündür. Eski Yunan Mitolojisinden bir tanrı formunu ele alalım. Mesela Zeus'u düşünelim. İnsan çok çok uzun yıllar Zeus'a tapmışlar, onun için kurbanlar kesip, ayinler düzenleyip, sunaklar ve tapınaklar inşaa etmişlerdir. Bunları da ona gerçekten inanarak yapmışlardır. Dolayısıyla insanların düşünce formları Astral aleme yansıya yansıya orada bir Zeus formu oluşturmuştur. Bu form aynı zamanda insanların Zeus'tan beklediği gibi fonksiyon gösterir ve tepki verir olmuştur. Öyle ki, zamanının medyumları onunla irtibat kurup, bekledikleri emirleri de alabilirdi. Görüldüğü gibi burada bir tanrı yaratmaktan bahsediyoruz. İnsanların kendi ümit, inanç, düşünce ve korkularıyla yoğurarak yarattıkları bir tanrı. 

Tabii anlaşılacağı gibi insanların düşünce formları Astral aleme yansıyarak orada bir şeyler şekillendirmektedir. Daha sonra da oradan madde alemine yansıyarak burada birşeyleri gerçekleştirmektedir. Aslında bu anlattığımız şey Maji'nin esasıdır. Bir besteci partisyonunu yazmadan önce daha önce hiç çalınmamış bir parçayı zihinsel olarak duyar. Başka bir ifade ile Astral alemde gerçekleştirebilecek kadar üzerine konsantre olur o müzik parçası Ya da bir mimarın yapmayı tasarladığı inşaat veya bir ressamın yapacağı resim ve benzeri şeyler önce orada gerçekleşir sonra madde alemine yansır. Tabii ki, Astral alemde en korkunç kabuslarımız da vardır. Mesela komik bir örnek olsun diye yazıyorum dizi film haline gelen Freddy Krueger bile artık Astral alemin bir yerlerinde şekillenmiştir. Astral aleme değişik bir isim olarak "Tanrı'nın bilinçaltı" denilmesi de pek yanlış olmaz. Tabii artık anlaşılmış olacağı gibi Astral beden de, Astral alemdeki bedenimizdir. Bazı çalışmalarla insan kendi bilincini Astral bedenine geçirebilir ve Astral alemde tıpkı fizik dünymızdaki gibi gezip, oradan bilgi alabilir. Bu beden Astral maddeden yapılmıştır. Her insanın bir Astral bedeni vardır ve Astral beden fizik bedene göbekten çıkan gümüş renkli bir koronla bağlıdır. İnsan ölünce bu kordon da kopar.

 

Enerji beden

Enerji beden ismini verdiğimiz güce gelince. Bu enerji, konumuzun şahdamarıdır. Aslında buna enerji beden demek doğru değildir. Söz konusu şey kişinin çevresinde, onu aynen yukarda söz edilen Aura gibi kaplayan bir enerji tabakasıdır. Burada söz konusu olan enerji Aura kadar geniş değildir. Normal şartlar altında Aura on, yirmi santimden bir, bir buçuk metreye kadar kalınlaşabilirken enerji beden gene normal şartlar altıda bir buçuk, iki santim kadar fizik bendenden açılabilir. Aura bazı medyumlar tarafında görülebilir veya görüldüğü iddia edilir. Enerji beden ise bir çok kimse ve özellikle de çocuklar tarafından görülebilir. Ayrıca enerji beden renksizdir. 

Güneşli havalarda ya da ışığın iyi fotograf çekmeye uygun olduğu durumlarda (Yapay ışıkta değil. Sadece Güneş ışığında) bazı kimseler, canlılara baktıkları zaman onların siluetlerinin kenarında görülmeyen bir kaynaşma, renksiz, ısı dalgası gibi birşeyler görebilirler ve çoğu kimse bunu kendi göz yanılgısı veya bozukluğu zannedip dikkate almaz. Enerji beden işte budur. Enerji beden gerçekte beden şeklinde değildir. Aslında şekilsiz ve bu yüzden de şayet bir canlıdan ayrı olarak görülmesi mümkün olsa küre şeklinde görülecek olan ve renksiz bir enerjidir. Tabii küre şeklinde olması onun kendi şekli olmamasından dolayı yapılan bir tahmindir. Boşluktaki şeyler mesela uzaydaki bir su kütlesi küre şeklini alır. Kendi manyetik enerjisi olan şeyler tıpkı yer çekimi gibi kendi kendisini toplar ve küre biçimi alır. Manyetik enerjisi az olan şeyler ve mesela bir duman tabakası dağılıp bulut gibi görünür. Bu yüzden zaten başlı başına bir manyetik enerji olan enerji beden de bağımsız olarak mevcut olsaydı herhalde küre şeklinde olurdu diye fikir yürütüyoruz. Bu şekilsiz enerji insanın çevresindeyken onun her yanını kapladığı için beden şeklini alır. 

Enerji bedenin, tarifini yaptığımız bu şekli de aslında onun kendisi değildir. Burada tarif edilen onun sebep olduğu bir enerji yoğunlaşmasıdır. Enerji beden dediğimiz şeyin aslı insanın ruhsal enerjisi, psikokinetik gücüdür. 

Söz konusu bu psikokinetik enerji bütün doğaüstü kabul edilen olaylarda kullanılan, işi yapan, etkin güçtür. Telapati, psikokinezi, durugörü, psikometri, levitasyon ve akla gelen her tür parapsikolojik tezahür bu psikokinetik güç sayesinde gerçekleştirilir. Bir noktada Maji'nin etkin gücü de budur. İnsan bilerek veya bilmeyerek kendi enerjisinden bir miktarını uzatabilir ya da uzağa gönderebilir veya birisinin üzerinde yoğunlaştırabilir ve hatta kalıcı olarak onun üzerinde bırakabilir. Yukardaki Psikokinezi ve benzeri deyimlere bir açıklık getirmek gerekirse bazı kendiliğinden oluşan olaylarda veya bilinçli denemelerde cisimleri uzaktan oynatan, havalandıran, kişinin kendisinin havalanmasına sebep olan, düşünce nakli yapan, insanları etki altına alıp bir fikri empoze eden ve ona bazı şeyleri yaptırtan etkin güç enerji beden dediğimiz psikokinetik enerjidir. Daha doğrusu insanın bu gibi şeyler yapabilmek için bilinçli veya bilinçsiz olarak kullandığı araç enerji bedendir. 

Enerji beden herkeste vardır fakat tabii bazı kişilerde çok daha güçlüdür. Doğuştan gelen bu yetenek tıpkı bazı kimselerin adele yapılarında daha çok lif sayısı ile doğmaları gbidir fakat tıpkı fiziksel adele yapısının ağırlık çalışmaları ve değişik sporlarla güçlendirilmesi gibi enerji bedeni güçlendirip, etkinleştirecek çalışmalar da vardır. Bu çalışmalardan aşağıda geniş şekilde bahsedilecektir.

 

Sonunda gene Zanshin

Şimdi buraya kadar toparladığımız bilgilerin ışığında, yukardaki ilk sayfalarda yaptığımız Zanshin tarifini bir defa daha tekrarlayalım. 

"Zanshin, savaşçı ruhu (Haleti ruhiyesi) veya Savaş ruhu değildir. Zanshin psikolojik değil ruhsaldır. Zanshin tam olarak kişinin ruhsal enerjisinin rakibi bir zarf gibi kapladığı, içine aldığı, bir durum, bir ruhsal enerjinin kullanım şeklidir. İki savaşçı karşılaşınca önce onların Zanshin'leri kapışır ve birisi bastırılınca enerji alanı rakibin zihinsel aktivitesini dumura uğratır, onu bir miktar fiziksel uyuşukluğa ya da şaşkın veya sarsak fiziksel duruma sokar. Zanshin rakibin, fiziksel bedeni gibi ruhsal enerjisini de aynı zarfın içine alarak bastırmak, kısıtlamak, haraket edemez hale getirmektir." 

Yukardaki enerji beden açıklamalarından sonra bu tarif daha anlaşılır hale gelmiştir. "Zanshin kişinin kendi psikokinetik enerjisini rakibinin üzerine yoğunlaştırarak onu kısıtlayıp, sınırlamasıdır". Bunu yapabilmek için de öyle uzun konsantrelere, zihinsel yoğunlaşmalara gerek yoktur. Mesela bir samurai kılıcını çekerken, kendisi farkında bile olmadan Zanshin'i uyanır yani bir anda yoğunlaşıp, genişler ve gereken konumu alır. Çünkü talimli bir Samuri'nin Ruhsal enerjisi, fiziksel disiplini buna şartlanmıştır ve meselenin yaşamak ve ölmek olması da onu motive eder. Tabii bunun için hem ruhsal açıdan hem fiziksel açıdan önceden yapımış olan ve kişiyi bu duruma sokabilen uzun, ağır ve belki de acı ve usanç verici çalışmaların gerektiği unutulmamalıdır. Gerçek bir savaşçının sadece dış görünümü ve fiziksel haraketleri değil ruhu ve ruhsal haraketleri de savaşçıdır. 

Zanshin konusuna gene zaman zaman temas etmek üzere ara veriyoruz. Bunu diyoruz fakat aslında işin gerçeği aranırsa yazımızın başından beri Zanshin konusundan bir milim bile ayrılmadık. Sedece konuyu tam olarak bilmeyen kimselere göre değişik şeylerden bahsettik sayılır fakat buraya kadar yazılanların hepsi de Zanshin ile ilgiliydi. 

Nihayet yazımızın başından beri atıfta bulunduğumuz "Zihnin etkin ve edilgen durumları" konusuna bakmaya  sıra geldi. Buraya kadar olan bölümlerde, konuların yabancısı olan kimselere, zihnin bu ikiz durumu ve onların Uzak doğu savaş sanatlarındaki kullanımları hakkında birşeyler anlatabilmek için yeteri kadar bilgi aktardık.

   Devamı Bölüm 2'de

[Bölüm 2] [Ana Sayfa ][Yazılar