RUHSAL ENERJİNİN ETKİN KULLANIMI

- ZANSHIN -

Bölüm 2 (Bölüm 1'den devam)

Yazan Bülent Kısa


Copyright © M. Bülent Kısa - 7/12/2003


ZİHNİN ETKİN VE EDİLGEN DURUMLARI

Burada "Etkin ve Edilgen" sözleri ile "Aktif ve Pasif" durumları anlatmaya çalıştığımız zannedilmemelidir. Gerçi anlatmak istediğimiz durumlar için altif ve pasif deyimlerinin kullanılması da olasıdır fakta aşağıda da anlaşılacağı gibi aktif ve pasif sözleri söz konusu durumları tam olarak anlatamazlar.

 

Edilgen durum

Edilgen durumdan kastımız tabii zihinsel sakinlik ve pasifliktir fakat pasif sözünde tam olarak çekimser kalmak gibi bir hava var halbuki burada edilgen sözü ile çok daha başka şeyler kastetmekteyiz. Edilgen durumu önce ana konumuz olan döğüş sanatları açısından ele almamız gerekmektedir. Chi konusundan bahsederken Tai Chi çalışmasını kısmen anlatmıştık. Tai Chi aslında pasif bir durum değildir. Tai Chi yapmak kendini evrensel enerji akılmlarına bırakmak, başka bir ifade ile kendi zihinsel zorlamalarını bir yana bırakıp zihni ve ruhu çok çok daha büyük bir gücün yönetimine bırakmaktır. Biran için ülkemizde denizlerimiz uygun olmadığı için bilinmeyenn fakat hemen herkesin film ve resimlerde gördüğü kadarıyla bir fikre sahip olduğu Sörf'ü düşünelim. Sörfçü denize açılır ve uygun bir yerde sörf tahtasının üzerine çıkarak, büyük bir dalgaya binip, sahile doğru süzülmeye başlar. Gerekirse bir dalgadan diğerine geçmek için kendi istek ve ustalığını kullanır. Zarif ve akıma uygun beden haraketleri ile dengesini sağlar çünkü akım zaman zaman onun dengesine ters de olabilir. Burada tabii akıntı yerine akım sözünün kullanılması rasgele değildir. Durumu Chi akımları ile uyumlu davranan Tai Chi uygulayıcısı ile mukayese ettiğimiz için akım denildi. Tabii aynı örnek bir yelkenli için de verilebilir. Sörfçü veya yelkenli akımlarla uyumlu gitmek zorundadırlar. Başka bir anlatımla, edilgen haldedirler. Ama dikkatle düşünülürlerse onlar asla pasif değildirler.  Yelkenli rüzgara bağlıdır, rüzgara ters yönde de gider fakat bunun için de rüzgarın akımını kullanır. Yelkenlerini ona göre ayarlar ve yandan rüzgar aldığı halde dümdüz gider. Akımları anlamak ve onlarla uyumlu davranarak kendi istediğini yapmak için gayret ve aktivite içindedir. Bu durum pasif olmadan edilgen olmayı çok güzel anlatır. Denizde dalgalar ve rüzgarla sürüklenen bir kütük pasif durumdadır fakat süzülüp giden bir yelkenli edilgen durumdadır. 

Tai chi ve benzeri şeylerde "Edilgen durum" kendini sakin ve Chi'ye teslim olmuş olarak bırakmak fakat ondan aldığı öngörü ile akımla uygun olarak bir darbeyi savuşturmak, karşı hücum yapabilmektir. Bütün davranış kalıbına rakibin, Chi akımında oluşturduğu dalgalanmaya cevap vermek durumu hakimdir. Kişi asla saldırgan değildir. Öyle ki, mesela döğüştüğü kimsenin kötü şekilde incinmesine bile sebep olsa bunu kendi saldırganlık duygularıyla yapmamıştır. Rakibinden çok Chi'ye konsantredir ve saldırma haraketi aslında saldırma haraketi değildir. Fakat kendisini bir manken gibi pasif olarak da bırakmamıştır. 

Edilgenlik hali budur. Karşıdan gelen itilimlere cevap verebilmek, sezgi ve düşünmeden yapılan davranışlara kendini açmak. İşte bu yüzden de yukarıdaki tariflerde Tai Chi için döğüş sanatı demek de pek doğru değildir demiştik. Tai Chi bir felsefenin ve inancın uygulamasıdır.

 

- Aikido -

Bu noktada da henüz Japon sistemlerinden bahsetmeye başlamış olmamakla beraber Aikido'dan bahsetmemiz gerekiyor çünkü  Aikido, Tai Chi'ye benzer bir düşünce yapısına sahiptir ve Gerçek Aikido da aslında bir döğüş sanatı değil bir felsefe ve inancın uygulanışıdır. Tabii Aikido'dan bahsederken artık "Chi" değil "Ki" sözünü kullanmamız gerekmektedir. 

Aikido Japon döğüş sanatları içinde edilgen durumda uygulanan bildiğimiz tek uygulama. Tabii ki bizim bilgi sahibi olmadığımız başka uygulamalar da olabilir. Özet olarak Aikido rakibin uzattığı veya saldırdığı elini, kolunu, bileğini yakalayarak kıvırıp, bükerek onu düşürmek ve etkisiz hale getirmek sanatıdır diyebiliriz. Tabii ki, Aikido öğrencileri bu kaba anlatına bir çok farklı açılar katabilirler. Burada sadece hiç bilmeyen birisinin dışardan bakınca edineceği kanaati anlatıyoruz. 

Son yıllarda Aikido bazı değişikliklere uğratıldı. Felsefi bir uygulamadan çok bir döğüş sanatına döndürüldü ya da bu gayret içine girildi fakat özgün hali anlattığımız gibi ruhsal ve evrensel enerjiye bağlı bir şeydir. 

Aikido öğrencisi da kendisini evrensel enerji akımına bağlar ya da bırakır. Bu konumda olmayı günlük hayatın bir parçası haline getirmeye çalışır. Kendisine arkadan yapılan bir saldırıyı da, bir köşeyi döndüğü zaman ani bir saldırı ile karşılaşacağını da Ki akımlarındaki dalgalanmalardan anlar, bilir. Rakibinin elini kolunu yakaladığı zaman aslında ona, o eli yakalattıran Ki'dir. Rakibini düşürürken onu kaba kuvvet kullanmadan savurur. Aslında rakibi savuran Ki'dir. Aikido'cu sadece Ki akımını ve rakibinin çevresindeki Ki'yi yönlendirmektedir. Yani en azından teorik olarak bu böyledir. Bu başarılırsa Aikido çalışmaları da dünyanın en lezzetli (Güzel veya zevkli demiyoruz. Burada en iyi tarif edebilecek kelime Lezzet'tir) şeylerinden biridir. 

Fakat bilinmelidir ki Aikido da tıpkı Tai Chi gibi bir edilgen durumdur. Aikido'da aşağıda söz edeceğimiz Etkin durum yoktur. Aikido ustaları ne derler bilemeyiz ama ne derlerse desinler, Aikido'da  Zanshin kavramına fazla yer yoktur. Uzun zaman Aikido yapan ve zihnin edilgen durumuna şartlanan, ustalaşan ve sonradan Iaido yapmak isteyen Aikido öğrencileri Zanshin'i yani etkin durumu anlamak ve uygulamakta zorluk çekebilirler.

 

Etkin durum

Etkin duruma gelince. Etkin durum da Aktif durum değildir. Etkin durum, Edilgen durumun içinde olur ve bu yüzden zaten bütün olarak aktif bir durum olmaktan çıkar. Aslında, zihnin ya da ruhsal enerjinin etkin durumu, zihnin veya ruhsal enerjinin saldırgan durumudur. Tabii burada kastedilen saldırganlık körce saldırmak, imha etme arzuları içinde olmak değildir. Zihinsel sakinlik ve Ki akımlarıyla sörf yaparken ruhsal enerjinin saldırgan halidir. Saldırgan ruhsal enerji durumu tabii ki, burada ele aldığımız Uzak doğu savaş ve döğüş sanatlarıyla sınırlı bir olgu değildir. Zaten öyle olsaydı bu kadar şeyi yazmamıza da gerek kalmadan konuyu çok daha kestirmeden anlatabilirdik. Saldırgan ruhsal enerji çok uzun zamandan beri batıda da biliniyordu. Tabii şimdiye kadar hiç kimse çıkıp da buna saldırgan ruhsal enerji demedi. Aslında buna özel bir isim takan ve başlıbaşına savaş durumuna uyarlayan Japonlardır. Bu yüzden dünyanın diğer yerlerindeki ve hayatın diğer alanlarında saldırgan ruhsal enerjinin nasıl kullanıldığını ve nelere yaradığını görmeden önce Japonya'daki ve savaş sanatlarındaki kullanımı görmemiz yerinde olur. 

Zen Budizm Japonya'ya geçtikten sonra hayret verici bir durum oluştu. Bu tuhaf gelen durum Samurai anlayışına ve Zen Budizm'e uzaktan bakan, yüzeysel bir kültürle inceleyen batılı kimseler için tuhaf olan bir durumdur. İnsan ilk bakışta sakinlik, dinginlik, barış ve uyum halinde olmayı gerektiren daha doğrusu sağlamaya çalışan bir uygulamanın, bize ufak görünen her hatada Harakiri (Seppuku) yapan, Ölüm ve öldürmeyi hayatın bir parçası ve en doğal durumu olarak kabul eden (Uzaktan bakan kişinin görüş açısına göre bu böyledir) Samurai terbiye sistemi ile son derece ters olacağını düşünür. Halbuki Zen Budizm Samuri kültürü tarafından çok büyük bir kabul gördü. Bugün de Zen Budizm'in kalesi Japonya'dır dersek çok doğru bir şey söylemiş oluruz. Samurai'lerin Zen Budizmi benimsemiş olmaları şüphesiz ki onun zaten savaş sanatları ile olan ilgi ve iletişiminden dolayıdır (Shaolin Kung Fu). Ama tabii ki, ana neden bu değil, Zen Budizm'in, Samurai terbiye sistemine uygun olmasıdır. Kısa zamanda Zen Budizm uygulamaları Budo sanatları ile birleştirildi. Çin'de, başta Shaolin Kung Fu olarak bazı Kung Fu ekolleri varken Japonya'da bütün savaş sanatları Zen Budizm'le bütünleşti. Herşeye rağmen Japonlar ve daha doğrusu Budo dallarının ustaları Zen Budizm'e bazı şeyler eklediler. Zen'in Kung Fu'daki edilgen durumunu tam olarak benimsemediler. Edilgen durum tabii ki, reddilmedi hatta herşeyin tabanı, iskeleti edilgen durumdur fakat bunu içine savaş zamanında devreye giren bir etkin durum kattılar. Belki de Budo sanatlarının kendi ana yapısı veya daha şiirsel bir ifade ile kendi ruhu bunu gerektiriyordu. Sırası gelmişken, Savaş sanatlarıyla ilgili olmayan kimseler için Burada Budo sözünü biraz açalım (Bu yazıda dip not ve eklemeler kullanılmadığı için). 

Budo: Savaş sanatları anlamına gelir. Askeri sanatlar. Judo, Okçuluk, Kılıç sanatları gibi askeri sanatlar. Daha iyi bir fikir verebilmek için yazıyoruz ki, mesela Karate bir Budo sanatı değildir. Halbuki Karate ve özellikle bazı Ryu'lar (Mesela Uechi Ryu) Zen'i çok ön planda tutarlar. 

Japonya'da ön plana alınan, söz konusu saldırgan ruhsal enerji veya zihnin ya da ruhsal enerjinin etkin durumu ise  bu yazının ana konusu olan Zanshin ismini almaktadır. Bu durumun savaş sanatlarında kullanılması ise yukarda bahsedilen enerji beden ya da daha bilimsel olsun diye insanın psikokinetik enerjisinin aktive edilişidir. 

 

Tekrar Zanshin

Ruhsal enerjinin saldırgan hali belki Samurailer, belki rahipler, belki de bir iki Budo ustası tarafından keşfedildi ya da ayrı bir bütün olarak toparlandı ve bir yere oturtuldu. 

Bu durum nasıl olmaktadır? Yani tabir caizse, dış görünüm olarak neler oluşmaktadır? Savaşçı  rakibi ile karşılaşır. Ya da normal, günlük hayatta iken aniden hücuma uğrar. Veya daha olası olarak, günlük hayatın herhangi bir safhasında aniden hücuma uğrayacağını ya da negatif etkiler altında olduğunu yani, kötü niyetli kimselerin etki veya görüş alanı içinde olduğunu hisseder. 

Bu önsezi duygusu bir abartı değildir. Yani savaşçının, siste yol alan bir uçak veya geminin radarının olması gibi bir ruhsal radarın oluşması ve daima çalışır durumda olması hatta savaşçı uykudayken bile çalışması bir efsane ya da romantik bir abartı değildir. İnsan kendisine uzaktan, arkadan ya da gizlice bakıldığını, ya da ilerdeki köşenin ardında kötü niyetli bir ya da birkaç kişinin olduğunu hissedebilir. Pusu kurulan bir bölgede bulunulduğunu aniden düşünebilir. Bu duygu kişiden kişiye değişen bir fiziksel tepkiye yol açar. Bazı kimselerde sanki kafa derisinin her milimetre karesi hafifçe yukarıya çekilirmiş gibi olur. Bazı kimselerin kulaklarında hafif bir uğultu ya da çınlama olur, el veya yüzde ürpertiler oluşabilir ve en yaygın olarak da kişinin karın bölgesinde, göbek etrafında kasılma, ürperti ya da hafif bulantı olabilir. Veya hiç bir fiziksel uyarı olmaz da sadece his olarak kişi durumu anlar.  

Bu duygunun oluşabilmesi için bazı şartlar gereklidir. Herşeyden önce savaşçının "Ruhsal enerjinin edilgen hali" olarak tarif ettiğimiz evrensel enerji akımları ile uyum içinde olması, Zen'i ve Zen'in boşluğunu günlük hayatına yansıtabilmiş olması, her zaman zihinsel dinginlik içinde olması dolayısıyla zihnini edilgen durumda tutarak dıştan gelenleri algılayabilir olması gereklidir. Bunu sağlayabilmek bir Zen öğrencisi için zor olmayabilir fakat "Tehlikenin öngörüsü" diyebileceğimiz bu tetiktelik ve tabii, gayret sarfetmeden, konsantre olmadan hatta farkında olunmadan daima içinde yaşanılan bu tetiktelik durumu ve sezgi ile algının kombine olarak çalışması ve gelişmesi için bazı şartlar gerekir. Sadece Zen, sadece zihinsel dinginlik buna yetmeyebilir. Bunu sağlayacak olan özel çalışmalar vardır. Mesela bunlara bir örnek de aşağıda göreceğimiz "Kuji In" tekniklerindeki "Kai" isimli El kesmesi ya da el jesti ve onun mantrası ile yapılan çalışmalardır. 

Zihnin ve ruhsal enerjinin edilgen ve barışçı halinde olan Savaşçı gerekli uyarıyı aldığı anda ya da rakibi ile karşılaşmak için kılıcını çekip, onunla yüzyüze geldiği anda onda faklı birşeyler uyanır. Yukarda söz ettiğimiz ve enerji beden ismi verilen kendi öz ruhsal enerjisi uyanır. Bu uyanış sözü de fazla abartılı olabilir çünkü bu enerji her zaman mevcuttur. Burada sadece genişlemiş bir anda açılıp yayılmış ve tabir caizse bir patlama yapmıştır. 

Uyanan enerji direk olarak rakibe yönelir ve onu bir zarf gibi sarmalamaya çalışır. Çalışır diyoruz çünkü aynı anda rakibin enerjisi de aynı şeyi yapmaya çalışmaktadır. Dolayısıyla iki enerji birbirlerini keserler. Bunlardan birisi daha güçlüyse ya da birisi zafiyet gösterip zayıflarsa diğeri aniden onu kaplar. 

Şimdi şu çok bellidir ki, kişiye savaşı kazandıran sadece burada anlatılan ruhsal enerji değildir ve savaşı kazanmak için fiziksel yetenek, iyi bir silah, o silahı kullanma tecrübe ve bilgisi ve zeka da gereklidir. Ruhsal enerji biraz arka planda kalabilir bile. Ancak kazanma yolunda Ruhsal enerji de önemli bir etkendir ve iki rakipten birisi bunu biliyor ve kullanabiliyorsa, diğeri ise kullanamıyorsa veya böyle birşeyden haberi bile yoksa, diğer bütün şartların eşit olması durumunda enerjiyi kullanabilen kazanır. 

Herne kadar Zanshin'in hayatın diğer alanlarında ve dünyanın diğer bölgelerindeki kullanımları aşağıda incelenecek bir konuysa da burada hemen bir örnek vermemiz yerinde olur. Bir Futbol maçında, penaltı çekilirken Kaleci ve penaltıcı arasında bir Zanshin ilişkisi vardır. İnsanı iyi kaleci veya iyi penaltıcı yapan budur. Aynı zamanda penaltı vuruşu yapılmadan önce bazı kalecilerin tam topun geleceği noktaya sıçramaları bazılarının ters yönlere atlamaları veya şaşkın şaşkın duralamalarının, bazı penaltıcıların, kalecinin atlayacakları yönü önceden anlayıp, ters yöne vurmalarının nedeni de Zihnin edilgen hali içinde olarak elde ettikleri algıdır. 

Tekrar yukarda bahsettiğimiz savaşçımıza dönelim. Rakipler karşılaşmış ve ruhsal enerjileri yayılmıştır. Burada anlatılanlar da belki yarım saniye içind olup bitmiştir, düello yarım saniyede de bitmiş olabilir. Ama anlatılan şeylerin gerçekleşmiş olması için süre önemli değildir. Zanshin'leri uyanmış durumdaki savaşçılar aynı zamanda da ruhsal enerjinin edilgen hali içinde bulunmak zorundadırlar. Çünkü bu şekilde yaparak rakibin bir salise sonra yapacağı hücumun yönünü ve gücünü, onun ilerleyip, gerileyeceğini sezmek zorundadırlar. 

Burada Iaido öğrencisi olan okuyucular için bir örnek vermek mümkündür. Bazı Kata'lar birden fazla rakibe karşı savaş şeklinde tasarlanmışlardır. Mesela Sanpo giri veya Shiho giri yapılırken çevrede bulunan birden fazla rakip düşünülür. Gerek modern dünyanın Iaido öğrencisi, Kata içinde ve gerekse eski günlerdeki gerçek bir savaştaki benzeri durumlar içindeyken savaşçının zihinsel durumu hem edilgen, hem etkin şekildedir. 

Edilgen şekildedir çünkü kendisi bir rakiple ilgilenirken diğerlerinin haraket ve niyetlerini, onlara bakmak için gözlerini kullanacak zaman bulamasa bile bilmelidir. Aynı zamanda ilgilendiği rakibin de yapacağı şeyleri bir salise önce sezmek durumundadır. 

Etkin durumda olmalıdır çünkü ruhsal enerjisi ya da kinetik enerjisi ile ilgilendiği rakibini bastırmak, şaşkınlığa düşürmek, hatta hipnotik bir hale getirmek ve bir an önce onu kesmek zorundadır. Aynı zamanda arkasında veya yanlarında olan rakiplerin yaklaştığını sezerse onları yavaşlatabilmek (Ne kadar yavaşlatabilmek? Çeyrek salise bir hayat kurtaır veya öldürür!) için gene Zanshin'i yani etkin hali, yani ruhsal enerjinin saldırgan halini kullanmak zorundadır.

Bu anlatılanlar belki saçma ve akla sığmaz görünebilir. Fakat bir savaşçının üç veya dört kişi ile karşılaşarak sağ çıkmasının başka nasıl bir yolu olabilir. Böyle bir durum olamaz. Sadece filmerde olabilir mi diyorlar. Pekiyi. Tarihte Miyamoto Musashi'nin bu gibi düellolar yapıp kazandığı, Musashi'nin 1612 yılında karşılaşıp, sadece bir tahta kılıçla öldürdüğü, gene ünlü bir savaşçı ve silahşör olan Sasaki Kojiro'nun benzeri, çoklu düellolar yapıp kazandığı kayıtlara geçmiş bir şeydir. Yazımızın bir çok yerinde söz konusu ruhsal enerjilerin sadece Japonlara has bir yetenek olmadığını fakat onların bunu sistematize edip, talimi yapılabilir hale getirdiklerini ve isimlendirdiklerini belirttik. Şimdi de buna bir örnek olarak "Cezayirli Hasan Paşa" hakkında birşeyler yazabiliriz. 

Cezayirli Hasan paşa Türk donanma okulunu ilk kuran kimsedir. Hasan paşa gençliğinde donanmaya Levent yani deniz piyadesi olarak katılır. Girdiği gemi ile Cezayir'e gönderilir. Cezayir yakınlarında bir korsan gemisi ile karşılaşırlar. Hasan paşa'nın gemisi, korsan gemisine rampa eder ve tabii o zamanlar paşa değil de basit bir er olan Hasan yalın kılıç korsan gemisine atlar. Tam o sırada sert ve ters bir rüzgar nedeni ile iki gemi birbirinden ayrılır, Levent Hasan düşman gemisinde tek başına kalır. Geminin açılıp, yeniden korsan gemisine yanaşması ise bir saate yakın bir zaman alır. Herkes Levent Hasan ölmüştür diye düşünürken gemiye girince, Levent Hasan'ın korsanların yirmi kadarını kestiğini ve kalanları da teslim aldığını görürler. Bunun üzerine ona rütbeler verilir, sonunda Cezayir'e vali olur ve en sonunda da İstanbul'a dönüp o zamana kadar usta çırak ilişkisi şeklinde giden denizcilik için bir Donanma okulu kurar. 

Yukardaki örneklerde görülen savaşçıların, bahsedilen şeyleri güçlü bir Zanshin ve gelişmiş bir edilgen ruh olmadan yapabilmeleri ne derece mümkün olabilir.

İşte anlatılması zor olan, Dojo çalışmalrı içinde zaten anlatılmasına zaman da olmayan Zanshin budur. 

Şimdi bir şeyi daha sormanın ve cevaplamanın zamanıdır. Ruhsal enerjinin etkin veya saldırgan haline bir isim takılmıştır "Zanshin". Pekiyi neden ruhsal enerjinin edilgen haline özel bir isim verilmemiştir? Bunun cevabı çok kolay olmakla beraber ilk bakışta akla gelmeyebilir. 

Bir Zen rahibi hatta öğrencisi, bütün budist okulların izleyicileri ve tabii ki, Samurai'ler normal hayatları içinde her zaman zihnin ve ruhun edilgen durumunda olmalıydılar. Bütün Budizm ve Yoga ekollerinin ana amacı zaten insanı böyle bir dinginlik durumuna getirmektir. Anlaşılacağı gibi Edilgen durum isim verilmesine gerek olmayan normal durumdur. Sıradışı olan ve ancak birisini etki altına almak istenince uyanan ve sonra bırakılıp, normale dönülen durum Zanshin durumudur.

 

Zanshin'i savaş durumu içinde uyarmak için ne gerekir?

Yukardaki sorunun cevabı çok basittir. "Hiçbir şey". Aşağıda Zanshin durumunun güçlenmesi, ruhsal enerjinin gelişmesi, evrensel enerjiden daha fazla enerji çekilebilmesi için yapılması gereken hem Uzak doğuda hem de Batıda yapılan bazı uygulama ve meditasyonlardan bahsedilecektir. Fakat bunlar özel çalışma durumlarıdır ve herkes yapmak istemeyebilir. Yukarda verilen Penaltıcı ve kaleci örneği düşünülürse, Futbol takımlarının, bu çalışmaları yapmaları bir yana dünyada hatta evrende böyle şeylerin mevcut olduğunu bilmeleri bile akla yakın değildir. Yani Zanshin herkeste vardır ve kişi bunu farkında olmadan, kendi yaptığı şeye önem verdiği ve konsantre olduğu şekilde kullanır. Ama üzerinde çalışıp alt yapıyı hazırlarsa çok daha güçlü kullanır. İnsanlar bunu doğuştan sahip oldukları kadar kullanırlar. Herkes şarkı söyleyemez. Bazı insanlar doğuştan kabiliyetlidirler ve şarkı söylerler fakat dilsiz olmayan herkes konservatuvar eğitimi ile, doğuştan sesi olan kimselerden çok daha iyi şarkı söyleyebilir. 

Zanshin alt yapı olarak hazırlanan ve uyandıktan sonra bilinçli olarak tutulan bir durumdur fakat onun uyandırılması bilinçli olarak bir pedala basılıp, bir mekanizmayı harakete geçirir gibi değil, otomatik olarak, gerektiği anda kendiliğinden olmalı ve bu, bu şekilde olana kadar yapılan çalışmalarla alt yapı hazırlanmalıdır. 

Bir savaşçı veya Kılıç öğrencisini ele alırsak. Özellikle yaşamak ve ölmek arasında kalmak gibi güçlü bir motivasyona sahip olan bir savaşçı  oturup çok uzun ruhsal hazırlık çalışmaları yapmasa, ne olduğunu bilmese ve yarım yamalak bir fikre sahip olsa bile zamanla ruhsal enerjinin etkin ve edilgen halleri onda gelişir. Hatta Zanshin denilince son derece yanlış izahlar yapsa bile farketmez. İnsanın kendi üst benliği bu enerjinin ne olduğunu ve nasıl uyarılacağını bilir. Tabii ki, savaşçı ruhsal çalışmalar yaparsa ve duruma bilerek konsantre olursa daha iyi olur. 

Bir karşılaşma anında savaşçının Zanshin'i düşünmesine uyarmaya çalışmasına özel bir konsantreye zaman ve imkan yoktur. Tıpkı sıcak bir çaydanlığa elimizi dokundurduğumuz zaman hiç düşünmeden anında şimşek gibi geriye çekmemiz gibi ilk uyarıları alınca Zanshin uyanır. İşlevini yerine getirir. Ancak bunun Kılıç sanatlarına yeni başlayan yani bir, iki yıllık, modern zamanların kılıç öğrencileri için mümkün olması da beklenemez. Modern Kılıç öğrencisi bunu düşünmek, Zanshin'in ne olduğunu bilmeseler bile dikkat ve konsantre geliştirmeye çalışmak zorundadırlar. 

Japonya ve Japonya'nın eski savaşçılarına gelince. Bu durum onların zaten günlük hayatlarıydı. Ve unutulmasın ki, gereken bütün meditasyon çalışmaları,  onların günlük ibadetleri idi. Ayrıca bir zaman ayırmalarına, bilgi edinmelerine gerek yoktu. Mesela bir Kılıç öğrencisi ibadeti ile Kılıç sanatını birleştirmiş durumdaydı. Tabii ki, o zamanlarda bazı şeyler daha kolaydı. Günümüzde ise hem biraz bilmek hem de zaman ayırıp, biraz gayret göstermek gerekiyor. Ayrıca günümüzde genellikle hayali rakiplere karşı Zanshin geliştirmek gerekiyor ki, bu da zorlaştırıcı bir faktördür. 

 

Zanshin neden savaş sonrasında sürdürülür?

İki savaşçı karşılaşır. Birisi yığılıp kalır. O an için savaş dışı kaldığı kesin olmakla beraber ölüp ölmediği belli değildir. Kazanan savaşçı Zanshin'i devam ettirir. Ruhsal enerjisi hala rakibini sarmalamış şekildedir. Bunu kılıcını kınına koyup, iyice geriye çekilene kadar ya da bir şekilde rakibin gerçekten öldüğünü anlayana kadar sürdürür. Iaido Kata veya Waza'larında da, hangi Ryu olursa olsun bu durum vardır. Son teknik yapılır, hayali rakip yere serilir ve kılıç kına koyulur. Geriye çekilinir. Bu durumda da iyice geriye çekilip, iki el kılıcı ve kını bırakıp, yanlara sarkana kadar Zanshin sürdürülür. 

Bu durumun hep yapılan bir açıklaması vardır. Aslında çok haklı ve gerçekçi olan bu açıklamaya göre rakip yaşıyor olabilir ve ölüm anında bile son bir hamle yaparak kılıcıyla ya da kılıcını da düşürmüşse kısa kılıcını çekerek veya bir bıçakla saldırabilir, savaçının aşil kirişini kesebilir veya öldürücü bir vuruş yapabilir. Bunu engellemek için dikkat rakibin bedeninde tutulur. Ancak iyice uzaklaştıktan sonra Zanshin bırakılır. 

Aslında bu ifade son derece haklı ve doğrudur fakat bunun yüzünden de bir çok kişi de Zanshin'in sadece rakip yere serildikten sonra üzerine yoğunlaştırılan dikkat olduğunu zannetmesine sebep olur. İkinci olarak bu durumun yani Zanshin'in savaş sonrasında, rakibin bedeninden iyice uzaklaşana kadar veya onun ölümünün kesin olarak anlaşılmasında bir süre sonrasına kadar sürdürülmeinin bir de ezoterik sebebi vardır.

 

- Ölüm den sonra alınan intikam -

Yukarda anlatıldığı gibi iki savaşçı karşılaşınca hatta bunlardan birisi savaşçı olmasa da, ya eğitimle ya doğuştan Zanshini güçlü olan, hatta silahsız bir kişi bile olsa iki kişinin Zanshin'i karşılaşır. Biri yığılıp kalır. Belki o anda ölmüştür bile. Fakat ruhsal enerjisi kısa bir süre için hala sürecektir ve önceki savaş veya katliam durumundan dolayı ölen kişinin enerjisi zaten kendisini öldürene odaklanmıştır. Ona yönlendirilmiştir. Zaten amacı onu boğmak, kısıtlamak, ruhsal enerjilerini sarıp sarmalayıp, işlemez hale getirmektir. İşte bu ölüm anında kazanan savaşçı kendi Zanshin'ini bırakıp da "Laylaylom" gibi bir zihinsel duruma girerse bir anda öldürdüğü kişinin ruhsal enerjisi ile kaplanır çünkü bunu önleyen zaten onun kendi Zanshin durumudur. İşte bu durum da bir tür lanetlenmek gibidir. 

Bundan sonra söz konusu enerji kazanan savaşçıya bulaşıcı bir hastalık gibi yapışıp, bulaşır ve uzun bir süre de kalıcı olur. Bu arada savaşçının, kendi zanshin'ini de kullanamaz, uyaramaz ya da yayıp genişletemez durumda olmasından dolayı muhtemelen başka bir savaşçı onu öldürür. Ya da en azında kişi sebebi meçhul, depresif durumlara girer. Eski günlerde bu durum ölenin laneti, intikamı gibi düşünülebilirdi. Bu durumlardan doğan bir çok eski hikaye vardır. Hatta söz konusu durum bizde de bilinir. Halk arasında "Kan tutması" denilen bir durum vardır. İnsan öldüren bazı kişiler, haklı veya haksız olmaları farketmeksizin tuhaf durumlara girerler, Kımıldayamazlar, aptallaşırlar, oldukları yerde kalakalırlar. Anadolu'da bazı bölgelerde ve özellikle Karadeniz çevresinde garip bir inanç da vardır. Bu durumda kalan ya da böyle bir durumda kalmasa bile birisini öldüren (Tabii ki, bıçak gibi bir yakın mesafe silahıyla. Tabanca, tüfek gibi uzaktan öldüren bir araçla değil) kimsenin kurtulabilmesi için hemen parmağını ölen kimsenin kanına batırıp, ya da kanlı bıçaklarını yalamaları gerektiğine inanılır. Kan tutması durumu bazı kimselerde bir iki saat bazılarındaysa günlerce sürebilir. Sonunda kişi ağır bir depresyonla karşılaşabilir, ölürdüğü kişinin hayalini görebilir, hatta çıldırabilir. Katilin kurbanını görmesi ve aklının devamlı ona takılıp kalmasının nedeni de söz konusu kinetik enerjinin, onun bilinçaltına kadar işlemesidir. Tabii hemen söyleyelim ki, Kinetik enerji ya da enerji beden bunu bir zeka ve bilinçle yapar demek istemiyoruz. Sadece belli bir kişiye ait olduğu için o kişinin enerjik yapısı, enerji bedeni, kişinin bilinçaltına enerjinin sahibi olan kimseyle ilgili rahatsızlıklar uyanmasına sebep olur. 

İşte Samuri ya da Ninja'nın öldürme işleminden sonra da Zanshin'i sürdürmelerinin nedeni özet olarak, Ölen kimsenin ruhsal ya da kinetik enerjisini veya Zanshin'ini, kendilerinden uzak tutmak için, itici güç olarak kullanmalarıdır. Bu durum gerileyip zaten eriyip yok olmakta olan enerjinin menzil alanından çıkana veya enerji tamamen dağılıp, yok olana kadar sürdürülür. Ninja kültüründe bu tür şeyler ruhsal yani ölen kimsenin bilinçli ruhu tarafından yapılan lanetlenme durumları olarak hurafe seviyesinde büyütülmüştür. Bazı Ninja'la yüzlerini bile, kurbanların ruhlarının ölümden sonra kendilerini arayıp bulamaması için, öldürdükleri kimselere göstermek istemezlerdi. 

Bu olguyu işleyen fakat herşeyin çok fazla sinamatize edildiği, Chritopher Lambert, John Lone ve joan Vhen'in oynadığı ve yurdumuzda da gösterilen "The Hunted" isimli bir film de yapılmıştır. Yazık ki, filmde yeterli açıklama yapılamadığı için durum, yani Ninja'nın lanetlenmesi  seyirciler tarfından tam olarak anlaşılamamış, film basit bir vur, kır, kes seviyesindeki macera filmi olarak kalmıştır. Tabii bu film zaten burada anlatıldığı şekilde ruhsal enerjiler hakkında birşeyler anlatmak, mesaj vermek için yapılmayıp, sadece hurafe olarak görülen bir olgudan, heyecanlı bir aksiyon filmi yapmak için çekilmiştir.

 

Kılıç neden Samurai'nin ruhudur?

Japon kültürü ile şöyle böyle ilgilenen bir kimse, kendisi, Iaido ve benzeri savaş sanatları ile hiç ilgili olmasa bile bir yerde, bir şekilde mutlaka, Kılıcın Samurai'nin ruhu olduğunu, Samurailerin buna inanıp, kılıcı ruhları olarak gördüklerini duymuştur.

Bu olgu böyle alınır ve olduğu gibi bırakılıp geçilir. Sadece Samurai düşüncesinin bir ürünü, samurainin kılıcına saygısının belirtisi olarak görülür. Halbuki dış görünümün ardında çok daha derin anlamlar vardır. İnsanların çoğunda belli tarihlerden önce yaşamış olan insanları aptal ve son derece cahil, ilkel hurafeprest olarak görmek eğilimi vardır. Hele batılılar, II. Dünya savaşından sonra Japonya'yı yarım yamalak tanımaya başladılar. Ama kafalarının içinde onları genel olarak aşağılıyorlardı. Savaşı kendileri kazanmışlardı. Demek ki efendi onlardı ve savaşı kaybeden Japonların da bir çok şeyi ilkel ve cahilce olabilirdi. O zaman yerleşen anlayışlar daha sonra bu bakış açısı değişse de, yüzeyselliklerini korudular. Kılıç konusunda da kılıcın Samurainin ruhu olarak kabul edilmesini olduğu gibi alıp, duygusal ve romantik bir yaklaşım olarak gördüler. Tabii doğu ile ilgili bilgi ve yaklaşımlar bize de batının süzgecinden geçerek geldiği için bizde de aynı yüzeysel anlayışla ele alınmışlardır. 

Yukarıdaki bölümlerin birinde de söylendiği gibi eskinin insanları bizden sadece teknolojik olarak geriydiler. Otomobil ve televizyon yapamıyorlardı. Hatta Ozon tabakasını yırtmaya bile muvaffak olamamışlardı fakat bu kimseler cahil değildiler. Hele aptal hiç değildiler. Aynı dönem içindeki Avrupalıların ve Amerikalıların rüyalarında bile göremeyecekleri kadar uygardılar. 

Şimdi şöyle mi düşünmek gerekir? Samurai'ler ve hatta bütün Japonlar o kadar aptaldılar ki, doğdukları zaman ruhlarının olmadığına inanıyorlardı. Büyüyüp Samurai olunca da "Eh bu güne kadar ruhum yoktu. Bari kendime bir ruh satın alayım" deyip, gidip bir kılıç alıyorlardı. Bir kılıç savaş veya eğitim sırasında kaçınılmaz şekilde bir gün kırılabilir. Böyle bir şey olduğu zaman Samurai "Aman ruhum kırıldı, gidip başka bir ruh alayım bari" şeklinde mi düşünüyordu? 

Hiç kimse bu açıdan düşünmeye bile gerek görmedi ve fikir genel tarafından olduğu gibi alıp, otantik ve romantik bir inanç, bir hurafe olarak kabul edildi. Halbuki benzeri herşeyde olduğu gibi bu inancın da arkasında bazı derin şeyler vardır. 

Şimdi Japon kılıç geleneğini bir yana bırakarak Orta çağ Avrupa'sına bir bakalım. Yurdumuzda sinemaya gitme imkanı bulan hemen herkes "Yüzüklerin efendisi" isimli filmi gördü. Sinemaya gitme imkanı olmayanlar ya da fantastik filmlerden hoşlanmayanlar da çeşitli Tw programlarında filmle ilgili bir sürü şey gördüler. Söz konusu filmdeki büyücüler ve onların kendi aralarındaki savaşlar bir çok kişinin ilgisini çekti. Herkes bu büyücülerin koca koca asalar taşıdıklarını ve bu asaları değişik şekillerde enerji yönlendirmek için kullandıklarını gördü. Tabii ki, filmin herşeyi fantastik bir hikayeden kaynaklanıyordu fakat bir çok şey gibi büyücülerin davranış tarzları ve enstrumanları da tarihten alınmış ve sinematize edilerek abartılmış şeylerdi. 

Gerçekten de Ortaçağ Grimoire'larını yani büyücülerin kendi tecrübe ve uygulamalarını yazdıkları çalışma notları kitaplarını incelediğimiz zaman Asa'ya büyük önem verildiğini görürüz. Bu insanlar kendi inançları doğrultusunda mesela bir cismi manyetize ederken, kutsar veya lanetlerken hep asalarını bir namlu ya da bir yönlendirici olarak kullanıyorlar. Kendilerini kötü etkilerden korumak için zemine bir daire çizerken bunu asalarıyla yapıyorlar. Günlük hayatlarında asalarını yanlarında taşıyorlar ve kendilerinden başka kimsenin dokunmasına izin vermiyorlar. Gerçi yaptıkları şeyler filmlerdeki gibi muhteşem görselliğe sahip değil. Asalarıyla işaret ettikleri cisimler öyle hemen havalanıp uçmuyorlar. Hatta çoğu zaman gözle görülür bir tezahür de olmuyor fakat gene de bu kimseler yaptıkları şeyleri bir şekilde ruhsal enerji yönlendirmesi olarak yapıyorlardı. Bu işte kullanılan araç da "Asa"larıydı. 

Majikal asaların yapımı için değişik ağaçlar tercih edilirdi. Bu durum ekole göre değişirdi. Mesela Drüidler için kutsal ağaç Meşeydi. Bazı yerlerde Ardıç bazı bölgelerde de Dişbudak ağacı tercih edileblirdi. Daha köksüz tam Ortaçağ döneminin ortalarının Avrupa majisyenleri fındık ağacını tercih ederlerdi. Bu asa geleneği kutsal kitaplara kadar girmiştir. Mesela Musa'nın asası ve benzeri şeyler Tevrat, Incil ve Kur-an'da söz konusu edilirler. 

Tabii gerek tarihi büyüsel belgelerde, gerekse masallarda bol bol, sihirli kılıçlardan da bahsedilir. sonuç olarak hepsi aynı kapıya çıkmaktadır. Gene Islami tarikatlara ve İslami Havas'a dönersek (Havas: İslami büyücülük geleneği. Yahudi Kabalası ve Islami tasavvuf  karışımı birşeydir. Kabala'dan çok etkilenmiştir. Büyücülük denilince akla gelen şarlatanlıklardan çok daha derin anlamları olan yarı tasavvuf yarı büyü karışımıdır). 

Bilindiği gibi bu sistemlerde tespih kullanılır. Tespih, yapılan zikirlerde sayısal bütünlüğü sağlamak için kullanılan bir sayma aracıdır. Devamlı zikir ve majikal uygulama yapan kimselerin uzun zaman kullandıkları tespihlerde belli bir manyetik akım biriktiği bilinir. Hatta ruhsal enerjisi güçlü birisinin uzun zaman kullandığı bir tespih küçük bir çocuğun ya da zayıf birisinin boynuna gerdanlık gibi takıldığı zaman kişinin ya da çocuğun bunaldığı, uykusunun geldiği ya da aptallaştığı gözlemlenmiştir. Tabi böyle bir manyetik birikimin olabilmesi için kullanılan enstrumanın yani Asa veya tespihin organik bir cisim olması gerekmektedir. Yani Tahta veya kehribar veya zeytin ya da hurma çakirdeği tespihler, tahta asalar. Plastik malzeme manyetik etki taşımaz. Buna karşılık demir ve çelik zaten doğal olarak mıknatıs etkisine sahip olan şeylerdir ve burada söz konusu olan ruhsal enerjiyi de mükemmelen özümseyebilirler. 

Şimdi kullanılan bu gibi enstrumanları bir yana bırakarak enstrumansız yapılan bir iki uygulamaya bakalım. Şifacı medyumlar hasta kısmın ya da bütün bedenin üzerinden, bir, iki santimlik mesafeden ellerini geçirerek şifa verirler. Enerjinin ellerden, hastaya aktığına inanılır. Konuyu bilmeyen ya da inanmayanlara şaşırtıcı gelecek bir şey de şudur: Bu şekilde tedavi edilen hastaların çoğu, gözleri kapalı olsa da, hiç bir medyumsal yanları olmasa da, vücutlarında duydukları basınç veya ürperti ya da ısınma ile şifacının ellerinin vücutlarının hangi bölgesi üzerinde olduğunu anlarlar. 

Değişik batılı ve doğulu araştırmacı ve deneyci yazarların ruhsal enerjinin deşarj edilişi yani etkin kullanımı hakkında yazdıkları makele ve kitaplar ile görücü medyum olan ya da en azından öyle olduğunu iddia eden kimselerin anlattıklarına göre, yukarda enerji beden dediğimiz ruhsal enerjinin ya da Kinetik enerjinin insan bedeninden bir hedefe doğru uzaması, bedenin çıkıntılı yerlerinden daha yoğun şekilde olmaktadır. Önce eller, sonra gözler ve bundan sonra da omuz başları, dizler, ayak uçları gibi vücut çıkıntıları enerjiyi yönlendirmektedir. Bu gibi bir aktivite içinde bulunurken elde tutulan bir cisim, bir sopa, bir bıçak veya kılıç, hatta bir kalem enerjiyi daha güçlü yoğunlaştırmaya ve bir namlu gibi daha iyi yönlendirmeye yaramaktadır. Bu durumda Ortaçağ majisyeninin elindeki asanın da bir yönlendirici olduğu anlaşılmaktadır. Büyücü, kendisi ne zannederse zannetsin elindeki asa sihirli bir güce sahip değildir. Onu manyetize eden şey herhangi bir tanrının ya da demonun kutsayıp güç vermesi değil, bizzat kendisinin asayı imal edişi sırasında ve kutsama törenleri ile verdiği, daha doğrusu üzerine yüklediği kendi kinetik enerjisidir. 

Bu şekilde, cisimlere enerji yüklenmesine dair en iyi örnek de batı terminolojisinde Amulet ismi verilen büyü objeleridir. Amulet uğur getiren ve koruyan bir majikal objedir. Bizdeki benzer karşılığı mesela nazar boncuğu olabilir. Amulet ismi verilen şey herhangi birşey olabilir. Bir boncuk, anahtarlık, kalem ve akla gelen herşey. Onu hazırlayan kişi bir süre elinde tutar ve üzerine yoğunlaşıp, enerji yüklediğini düşünür ve yükler de. Tabii burada kişi derken Ortaçağ büyücüsünü kastediyoruz. 

Gene Samurai ve Kılıca dönersek. Zanshin konusunun anlatılışı sırasında savaşçının kendi ruhsal enerjisini yoğunlaştırıp, rakibinin üzerine gönderdiğini söylemiştik. Tabii ki, bu işlemdeki en önemli yönlendirici savaşçının gözleri ve arkasında durup gard aldığı kılıcıdır. Kılıç bazı istisnai durumlar haricinde daima rakibe doğrudur Savaşçı farkında olsa da olmasa da enerji, kılıcı namlu olarak kullanmaktadır. Ya da en yoğun şekilde kılıç üzerinden akmaktadır. Bu durumda zamanla kılıç, sahibinin enerjisi ile dolmaktadır. Bu kişisel enerji ile manyetize ediş, sahibi kılıcı kullanmaya devam ettiği sürece yıllarca artar. Bu durumdaki bir kılıç kısa bir zamandan beri kullanılıyor olsa da bir kılıç olduğu kadar bir majikal enstruman ve sahibinin ruhsal enerjisinin bir parçası olur. 

Bu durumdaki bir objeye ki, bu kılıç değilde yukarda anlatıldığı gibi bir asa da olabilir, savaşçı veya büyücü farketmeksizin bu durumdaki bir objeye sahibinden başkası dokunmamalıdır. Yabancı dokunuşlar hem kılıç veya asanın üzerindeki enerjiyi dalgalandırır ve kullanılırlığını bozar hem de dokunan kimsenin kendi dengesini bozabilir. Söz konusu obje bir Samurainin kılıcı ise, Samurai kılıcını yanından asla ayırmak istemez. Çünkü ondan uzak olduğu zaman kılıcın enerjisinin azaldığını hisseder. 

Son olarak şunu söylemeliyiz ki, bir cismin mesela bir kılıcın savaşçı tarafından manyetize edilmesi, yukarda bahsettiğimiz Ortaçağ Avrupa'sı büyücüsünün asasının manyetize edilişinden çok daha kolaydır. Çünkü Samurai enerji deşarjını yani Zanshin uygulamasını hiç bir büyücünün sahip olamayacağı kadar motive edici bir ortamda yapmaktadır. Kendisinin veya rakibinin ölmesinin söz konusu olduğu bir ortam. Yaşamak ve ölmek arasındaki sınır. 

Şimdi artık, Zanshin ve spiritüel güçleri geliştirmek için kullanılan bazı çalışmaları görebiliriz. Samuri'lerin ve Ninja'ların uyguladıkları bir konsantre ve çalışma yöntemi vardır. Bu yönteme yanlış olarak "Kuji Kiri" ismi verilir. Aşağıda da göreceğimiz gibi Kuji kiri farklı bir şeyi anlatır.

 

Ninja büyüsü - Kuji No In ve Kuji kiri

Eski Japonya'daki mistik uygulamalar ve ruhsal enerjinin etkin kullanım yöntemleri batı dünyasında hem çok fazla bilinir hem de çok az. Bu büyüsel uygulamalardan en fazla bilinenleden birisi de Kuji In ya da Kuji No In ve Kuji Kiri'dir. Burada evrensel ve kişisel enerjilerin bütünleşip, etkin kullanılmalarına en iyi örnek Kuji In'dir. Batı dillerine "Dokuz el kesmesi" gibi acayip bir isimle çevrilmiştir. Tabii bu isim Kuji Kiri açısından bakarsak haklı sayılabilir. Aşağıda çok kısa olarak göreceğimiz Kuji Kiri, sağ elin iki parmağının, bıçak gibi kullanılması ile de yapılan bir uygulamadır. El kesmesi tabiri buradan çıkartılmış olabilir. Buna karşılık asıl ilgi alanımız olan Kuji In'deki el jestleri diyebileceğimiz, iki elin kombine olarak yaptıkları mistik haraketler ve kenetlenmeler kesişe benzemezler. Kuji Kiri ve Kuji In genellikle batılılar tarafından birbirine karıştırılırlar. Hatta Ninja'lar hakkında yazılan bazı yalan yanlış makalelerde veya kitaplarda da Kuji In'den bahsedilirken ve Kuji Kiri'den hiç söz edilmezken genel başlık olarak "Kuji Kiri" isminin kullanıldığı olmuştur. 

Kuji In batıda hem çok bilinir hem az. Bir çok filmde bu el hareketlerinin yapıldığı, sesli olarak mantralar telaffuz edildiği görülür. Filmler, çizgi filmler romanlar ve daha bir çok şey Kuji In'i bir aksesuar olarak kullanırlar fakat onun hakkında tamamlayıcı açıklama çok azdır. Kuji In ve Kuji Kiri hakkında yazılan bazı kitaplar da vardır fakat bunlarda da, ya bazı safsata sayılabilecek bilgiler ya da Budist uygulamalar vardır. Dişe dokunur bilgi taşıyan kitap sayısı oldukça azdır. Bu kitaplar da genellikle batılılar tarafından yazılmış şeylerdir. İşin en zor tarafı, söz konusu kitapları yazan kimseler de Kuji In ya da Kuji Kiri ile ya budizm açısından ilgilenen ya da Savaş sanatları açısından bakanlardır. Yazarlar arasında Okült açıdan bakan veya ruhsal enerjinin etkin kullanımının uyandırılması açısından düşünen azdır. 

Kuji In yukarıdaki başlıkta Ninja büyüsü olarak belirtildi fakat bu, genelin onu günümüzde böyle tanımasından dolayıdır. Bu da bir yanlış bir fikirdir.  Kuji In feodal dönemlerde Samurailer tarafından da geniş ölçüde kullanılmıştır. Mesela Yagy Shinkage Ryu ve Tenshin Shoden Katori Shinto Ryu'nun Kuji Kiri ve Kuji In talim ettiklerine dair kayıtlar vardır. 

Kuji In ve Kuji Kiri Ninja ve Samurai'nin mistik güçlerini başka bir ifade ile ruhsal enerjisini uyandıran ve güçlendiren el jestleridir. Bu el jestleri esas olarak Seksenbir tane olmakla berber en fazla bilineni ve önemlileri Dokuz tanedir. Bu haraketlerin kaynağı tam olarak bilinmemektedir fakat bazı kaynaklar onların, Japonya'ya ilk defa, Tantrik Budizm ekolleri olan Shingon ve Tendai Mikkyo'nun girişleri ile geldiklerini söylerler.  

Budizm'in bir çok şeklinde Mudra ismi verilen el jestleri meditasyon sırasında kullanılır. Hemen hemen bütün Budha heykel ve tasvirlerinde de Budha değişik el jestleri ile gösterilir. Bu haraketlerin hepsinin birer anlam ve özel güçleri vardır. Tantrik Yoga ve Tantrik Budizm'de ise Mudralar da, meditasyon ya da fiziksel uygulamalar gibi ayrı bir tapım şeklidirler. Budizm'in herhangi bir şeklinin Japonya'ya girişinden sonra Mudra'ların da girmesi zaten kaçınılmaz bir şeydi. 

Gene de şunu belirtmekte fayda vardır. Burada söz konusu olan dokuz el jesti yani Kuji In, anlam olarak benzerlikler taşısalar da Budist ekollerin uygulama sebeplerinden oldukça farklı amaçlar taşırlar. Bazı el jetslerinin de özgün budist uygulamaların tersi olduğu görülebilir. Japonlar ve daha doğrusu Ninja ve Samurai'ler esas olarak ruhsal enerjinin edilgen kullanım şekli olan Budist uygulamaları kendi temayül ve anlayışlarına göre zihnin ya da ruhsal enerjinin etkin kullanım haline çevirmişler ve zihinsel dinginlik kadar saldırgan bir yapı da kazandırmışlardır. 

Kuji In ve Kuji kiri arasındaki farklılığa gelince. Kuji In ve Kuji Kiri aslında çok yakın ilişkilidirler. Kuji In, evrensel enerjinin dokuz seviyesini davet etmeye hizmet eder. Zihni bu güçlere odaklar ve kişisel enerjiyi bu güçlerle birleştirerek aktive eder. Kuji Kiri ise Türkçe'ye kabaca Muska, Vefk, Tılsım (En uygunu Tılsım'dır) şeklinde çevirebileceğimiz pratik büyücülük şekline benzer bir uygulamadır.  

Kuji In uygulandığı zaman yapılan şeyin dış görünümü, iç anlayışa göre daha az önemlidir. Dokuz el haraketinin herbirinin kendisine has bir ismi, majikal anlamı, mantrası ve tarifi varır. Bunlar aşağıda görülmektedir. Kuji In ile çağırılan ya da daha doğru bir ifade ile uyandırılan güçlerin gelişmesi ve gerektiği anda uyandırılması için sadece bu el haraketlerinin yapılmasının yeterli olacağını ya da bir savaş sırasında Samurai veya Ninja'nın silahını bırakıp bu el haraketlerini yapıp konsantre olacağını düşünmek safdillik olur. O zamanın insanları teknolojik olarak bizden ilkeldiler bunu kabul edebiliriz fakat bizden aptal değillerdi. Üstelik ölüm ve hayat arasındaki ince sınırda duran bu kimselerin döğüş sırasında bu gibi şeyler yapacağını akla getirmek bile zordur. Kuji In normal meditasyon halinde ellere gerekli pozu aldırarak ve mantrası tekrlanarak çalışılır ya da söz konusu enerji ile senkronize olunur. Tabii savaş öncesi kısa bir zaman ayırıp birer defa yapılmaları ve bu şekilde bazı zihinsel kilitlerin açılması da olasıdır. Hatta bu minik ayin ya da tören savaş hazırlıkları tamamlanıp, evden çıkmadan hemen önce de yapılabilir. Batı dünyasında bu durum Majikal Kişilik veya Majikal Persona olarak bilinir.

 

Majikal Persona

Majikal Persona Batılı okültistler ve hatta Psikologlar tarafından bilinen bir durumdur. Majikal sanatlarla ile ilgilenen birisi belli bir çalışma yapmak isterse önceden bazı uygulamalar yapar. Mesela Müslümansa abdest alır. Önceden bir kaç rekat namaz kılar, bohurlar yakar, Batılı bir majisyense cüppeler giyer, özel yapılmış asalarla yere daireler ya da majikal işaretler çizer ve benzeri aktivitelerde bulunur. Aslında pratik açıdan bakılırsa yapılan bu uygulamaların hiç bir etkisi yoktur. Önemli olan kişinin oturup zihinsel konsantreyi sağlaması ve ne yapacaksa yapmasıdır fakat kişi yaptığı işi bu şekilde öğrenmiştir ve yaptığı ön hazırlıkları yaparken bilinçaltında bunları yaparak kendisini hazırladığına ve istediği enerjiyi çağırabileceğine inanır. "Bunları yaptım, öyleyse istenilen şeyi başaracağım" inancı. 

Yapılan ön çalışmalar sadece motive edici şeylerdir fakat kişi bunu bilmeyebilir. Aynı şeyi mesela bir Iaido öğrencisi için de söylemek olasıdır. Hakama giymek, kılıcı törensel bir şekilde kuşanmak, hazırlık konsantresi ve nefesler de majikal ya da bu duruma daha uygun olması için enerji zihni kişiliğine girişi sağlar. 

Gene Dokuz el haraketi ya da Dokuz el kesmesi ile ilgili çalışmalardan bahsedersek. Bunlar savaş öncesi ayaküstü belki uygulanabilir fakat! Bu gibi şeylerin uygulama açısından bir tapınakta tütsü dumanları içinde yapılması ile , bir belediye otobüsünde giderken yapılması arasında teoride hiç bir faklılık olmamasına rağmen insan, kendi insan psikolojisinin yapısından dolayı herhangi bir yerde konsantre olup patır kütür yapılabilen bu tür çalışmalardan büyük bir fayda göremez. Fayda görmesi için önce kendisini yaptığı işin tam olduğuna ve ciddi davrandığına inandırmalıdır. Yani bir Samurai veya Ninja, bu töreni, dojosunda ya da evinde ya da bir tapınakta bu gibi işler için hazırlanmış bir altarın karşısında yani Japonya karşılığı olarak bir Kamiza'nın karşısında, son derece ciddi, terbiyeli, usulune uygun olarak oturup, bazı tütsüler yakıp, büyük bir inanç ve ciddiyetle yapmalıdır. Ancak bunları sağlayınca majikal kişilik dediğimiz durum bilinçaltını kaplar ve istediği enerjileri daha törene başlarken bile çekmiş olur. Bunlara benzer örnekleri çok sayıda sıralamamız mümkündür fakat  buna gerek yoktur. Burada ne denmek istendiği bu kadarla da anlaşılır. 

İşte bir Ninja veya bir Samurai'nin savaş öncesi kısa bir zaman mesela otuz saniye içinde el haraketlerini yapıp matraları söylemesi de onu ruhsal enerjileri uyandırabilir hale sokabilir. Fakat yukarda belirtildiği gibi unutulmamalıdır ki, buun olabilmesi için önceden yapılan ve uzun yıllar sürebilen eğitim ve çalışmalarla sağlanan alt yapı gereklidir. 

(Aşağıda görülen Kuji In el kombineleri, resimler ve Kuji Kiri hakkındaki, "Kuji Kiri'nin ortaya çıkışı ile ilgili varsayımımız" başlıklı bölüme kadar olan bilgiler bana ait şeyler olmayıp, tamamen internet'ten alınan bilgi ve resimlerdir)

 

 

Kuji In haraketlerinin Güçleri, mantraları ve tarifleri

 

RIN - Zihnin ve bedenin Kuvveti

Mantra: On bai Shira man to ya so wa ka

Bu haraket sadece fiziksel güç ve zeka ile ilgili değildir. Ayrıca fiziksel olarak iyi görünüm ve davranış da kazandırır. Orta parmaklar uzatılır. Diğerleri kenetlenerek içe kıvrılırlar.

 

KYO (PYO) - Enerjinin yönü

Mantra: On i sha na ya in ta ra ya so wa ka

Enerjiyi direk olarak aksiyonn içine gönderir ve ayrıca kişinin iç enerjisini arttırır.

İşaret parmakları ve baş parmaklar uzatılmıştır. orta parmaklar, işaret parmaklarının üzerine kıvrılmışlardır. Diğerleri içe doğru kenetlenmişlerdir.

 

TOH - Evrenle uyum

Mantra: On ji re ta ra shi i ta ra ji ba ra ta no - o  so wa ka

Enerjini bilgeliğini paylaşmak. Kombine, gurup zekasına ait olmak. Küçük parmaklar ve yüzük parmakları (V) şeklinde uzatılır ve uçları birbirlerine dokunur. Diğer parmaklar içe doğru kenetlenmişlerdir.

 

SHA - Kendine ve başkalarına şifa vermek

Mantra: On ha ya bai shira ma ta ya so wa kaon no-o ma ku san man da

İç gücün gelişmesi ile kendine veya başkalarına şifa vermek. Bulaşıcı hastalıklara karşı koruma ve hastalıklara daha fazla direnç. İşaret parmakları uzatılmış, diğerleri içe kıvrılmıştır.

 

KAI - Tehlikenin önsezisi

Mantra: Ba sa ra dan kanon a ga na ya in ma ya so wa ka

Bu haraket ve mantranın üzerinde tasarruf kazanılarak, diğer kimselerin niyetlerini keşfetmek, olası tepkilerini bilmek öğrenilir. Bütün parmakalar kenetlidir.

 

JIN - Diğerlerinin düşüncelerini bilmek

Mantra: On hi ro ta ki sha no ga ji ba ta i so wa kaon chi ri chi i ba ro

Bu haraket ve temsil ettiği enerji ile bütünleşmek düşünceleri hissetmek kabiliyeti verir. Ayrıca kişi kendi düşüncelerini de diğerlerinden saklayabilir. Bütün parmaklar içe kenetlidir.

 

RETSU - Uzay ve zamanda usta olmak

Mantra: Ta ya so wa ka 

Bu bir çok seviyenin algılanışıdır. Algıdaki izafiyeti kavrayabilmek, algının sınırlarını aşmaktır. Bu enerjinin, uzay ve zaman içindeki anlamı sırdır. Sol elin işaret parmağı yukarıyı gösterir sağ elin parmakları, sol elin işaret parmağını sarmalar. Sağ elin baş parmağı, sol el işaret parmağının tırnağının dış yanına  basınç yapar. 

 

ZAI - Doğanın elementleri üzerinde kontrol

Mantra: On chi ri chi i ba ro ta ya so wa ka

 

Bu sadece doğal elementler üzerindeki kontrol değil fakat doğanın elementlerini anlamayı da gösterir. Parmaklar dışa gerilimlidir. Avuç içleri dışa bakar. İşaret ve baş parmaklar birbirine dokunur.

 

ZEN - Aydınlanmak

Mantra: On a ra ba sha no-o so wa ka

 

Kendini bilmek. Rahiplerin söyledikleri gibi. "Şayet on dakika reaksionsuz durumda kalabilirsen aydınlanırsın"

Sağel, sol eli kaplar. Başparmak uçları birbirlerine temas ederler.

 

Kuji-Kiri (Dokuz kesiş veya Dokuz söz)

Kuji Kiri, ana konumuzla hiç ilgili olmalakla beraber, Kuji In'in daha hurafeprest bir şekilde uygulanışı olduğu için kısaca da olsa temas etmeden geçmemiz doğru olmayabilir. Kuji Kiri Japonya'daki farklı geleneleklerde kullanılan çok genel bir uygulamadır (Bunu bizdeki "Kurşun dökme" geleneği gibi görmemiz de mümkündür). Dokuz kesiş bir enerji ızgarası yaratır ve bu enerji ızgarası hemen hemen her amaca uyarlanır.

 

 

Aşağıya kesiş iyiyi kötüden ayırır. Ve bu uygulama ayrıca saflaştırnada, arındırmada. takdis töreni benzeri şeylerde de kullanılır (Batıdaki Golden Dawn örgütünün (Order) Pentagram ritüeline benzer bir uygulama). Sağ elinin işaret ve orta parmakları bir bıçak olarak imajine edilir. Enerjiyi korumak için, kullanılana kadar, sağ elin bu iki parmağı, sol elinin içinde tutulur. Sonra aşağıya kesme haraketi yapılır Yukardaki ızgarada görüldüğü gibi dört defa aşağıya, beş defa yana kesilir.

 

Dokuz söz: Rin, Pyo, Toh, Sha, Kai, Jin, Retsu, Zai, Zen. Bu sözler yukarda anlatılan el haraketlerinin isimleridir ve ayrıca değişik tanrılarla birleşirler. Tılsımlar gerekirse muska gibi, bir parça kağıt üzerine çizilebilir veya sol avuç içine imajinatif olarak yapılır. 

Görüldüğü gibi Kuji kiri bir uygulama büyücülük yöntemidir. Onun nasıl ortaya çıktığına dair olan varsayımımızdan önce iki örnek görmemiz faydalı olabilir. 

Mesela: Bir denizci, bir parça kağıda suyun Kanji'sini çizer. sonra bunun üzerinden dokuz çizgiyle geçer. Bu işlemin onun gemisini batmaktan ve kendisini de boğulmaktan koruduğuna inanılır. Aşağıda çizimin nasıl olduğu sırası ile görülmektedir. 

 

Tılsımın çalışması için doğru tanzim edilmesi şarttır. Aşağıdaki resim her çizginin ismini gösterme amacıyla hazırlanmıştır. Gerçek uyguşamada tabii ki, isimler yazılmazlar.

 

 

Bu cins bir tılsımı uyandırmak, çağırmak için bir başka yol da kanji ve ızgaranın sol el avuç içine, sağ elin işaret parmağı kullanılarak çizilmesidir. 

Japonya'da hala kullanıldığı görülen şekilde, hastalık iyileştirmek için kullanıldığında bir parça kağıda vücudun dış hatları çizilir. vücut kısmını ifade eden kanji uygun yere çizilir.

Sonra tılsım hastanın, hastalıklı bölgesi üzerine sıvazlanır ve tılsım hastaya verilir. Hasta da tılsımı bir nehir kıyısına bırakıp, arkasına bakmadan uzaklaşır.

 

Kuji Kiri'nin ortaya çıkışı ile ilgili varsayımımız.

Dünyadaki ve yurdumuzdaki tarihsel, benzeri durumların incelenmesinden çıkarttığımız varsayıma göre, Kuji Kiri Özgün bir Budist öğretisi değildir. Kuji Kiri Budizm uygulamaları ve Kuji In gibi Japonya'ya Çin'den de gelmiş olabilir, Japonya'da da üretilmiş olabilir. Bu, sonucu değiştirmez fakat Kuji Kiri'nin Budizmle birlikte gelmeyip, Japonya'da üretilmiş olması çok daha akla yakındır. Dünyadaki bütün benzeri talismanik hale gelmiş olan uygulamalar konuyu tam olarak bilmeyen cahil kimseler trafından türetilmiş şeylerdir. Hindistan ve Çin'de budist tapınaklarında Mudralar uygulanmaktadır. Rahipler bu konuya büyük bir kutsiyet içinde yaklaşmaktadırlar. Mudra'lar Japonya'ya geçip, Japonlaşınca Ninjalar ve Samuriler Kuji In çalışmlarına başlarlar. 

Tabii ki, bu konuların, o zamanlarda her önüne gelene anlatılmayacağı, sır olarak tutulacağı çok belli birşeydir. Bu durumu uzaktan seyreden, tam olarak aklı ermeyen ve belki de okuma yazması bile olmayan köy rahip, şifacı veya büyücüleri haraketlerde ve sözlerde büyük büyüsel güçler olduğuna inanırlar. Hatta isimleri de Tanrı isimleri zannedebilirler. Kendilerine bir paye vermek için ya da gerçekten yapabileceklerine inanarak Kuji In haraketlerini biliçsizce taklit etmeye ve tılsımlaştırmaya başlamış olabilirler. Mesela gerçekten ilkel bir kabile bulsak da o kabile ile bir arada bir süre yaşasak. Bu arada mesela uydu bağlantılı dizüstü bilgisayarlar kullansak, Televizyonlardan haberleri izlesek, biz oradan ayrıldıktan sonra kabile büyücüsü arkada bıraktığımız mesela pet şişelere su doldurup, ona bakarak çevresindekilere gaipten haberler vermeye başlar. Çünkü ona göre yaptığımız şey sihirdir. Kendisinin yapabileceğine inanmasa bile çevreye karşı güç sağlamak için yaparmış gibi davranır ve iki nesil sonra hatta daha da kısa bir zamanda yeni bir büyü ekolü doğar. 

Gene dünyada ve yurdumuzda ve günümüzde olan, duruma en iyi örnek Astroloji'dir. Ciddi anlamda yazılmış (Astroloji'ye inanıp, inanmamak önemli değil) bazı şeyleri inceleyen, Astronomik haraketlerden bahseden fakat! geleceğe yönelik kehanetler taşımayan, bilimsel sayılabilecek Astroloji kitaplarının yüzüne bile bakılmaz fakat gazatelerdeki, sayfa sekreterleri tarafından uydurulan "Sen Koç burcusun, Venüs'ün de İkizler'de, buyüzden sana koç gibi çifter çifter kısmet var" diyen yazılar hem büyük ilgi görür, hem de bunlara ciddi olarak inanılır (İnanılarak, inanılmaz bir durum gerçekleştirilir). Özet olarak dünyanın her yerinde avam kesimi, büyük halk kitleleri hurafeye, ciddi şeylerden fazla inanır ve geniş ölçüde uygularlar. 

Sonuçta, bize (Kişisel kanaatime göre) göre, Kuji In ve onun uygulanışı ile yapılan çalışmalar, psikokinetik enerjinin yoğunlaştırılması ve evrensel enerjiden enerji çekilebilmesi gibi şeyler gerçek uygulamalardır fakat Kuji Kiri türetilmiş bir hurafedir.

 

Savaş Sanatları dışında Zanshin

Buraya kadar olan bölümlerde ele aldığımız kadarıyla, Ruhsal enerjinin etkin kullanım şekline ya da saldırgan kullanımına savaş sanatları terminolojisinde Zanshin isminin verildiğini anladık. Bundan sonraki konularda artık Ruhsal enerji, Kinetik enerji, Etkin kullanım, Zihnin etkin durumu gibi uzun tariflerin hepsini birden kullanmaya gerek görmeden sadece Zanshin kelimesi ile bu enerjinin batıda ve doğudaki bütün kullanım alanlarındaki durumunu anlatacağız. Burada okuyucunun unutmaması gereken şey Batıdaki ugulamalardan bahsederken Zanshin dediğimiz zaman, Batılı bir okültistin de aynı enerjik duruma Zanshin demediği hatta bu ismi hiç bilmediğidir. Biz, Zanshin  sözü ile ne anlatıldığını bildiğimiz için yazım kolaylığı açısından kullanıyoruz. 

Avrupa'da Zanshin'in tarih boyunca kullanım şekillerini görmeden önce Zanshin'in ne olup, nasıl kullanılıp, nasıl geliştirildiği bilinmese bile değişik derecelerde de olsa bütün insanlarda mevcut olduğunu bir daha vurgulamalıyız. Dolayısıyla ne olduğunu bilmeseler de bir çok insan onu kullanıyordu. 

Manyetizma ve Hipnotizma

Ortaçağın sonlarından itibaren Avrupa'da Manyetizma ve insan manyetizması gibi şeylerden bahsedilmeye başlanmıştı. Şüphesiz ki, manyetizma denilen şey Hindistan'da ve Orta Doğu'da çok daha eski dönemlerden beri bilinen birşeydi ve uygarlığın her şekli gibi Manyetizma bilgi ve uyguylamaları da Avrupa'ya doğudan gelmişti. Bu aslında doğru birşeydir fakat manyetizma kullanılışı ve deneme yanılma yoluyla edinilen bazı bilgiler Avrupa'da da eski çok eski dönemlerden beri bilinirdi. Mesela Hıristiyanlık öncesi Ingiltere'de Pagan dinlerin rahip ve rahibeleri bu enerjik durumun farkındaydılar. Druidler konuya hakimdiler fakat Hıristiyan kilisesi Avrupa'ya hakim olup eski dinlerin izleyicilerini şeytana tapma bahanesi ile yakıp, bütün bilgileri yok ettikten sonra elde pek birşey kalmadı ki, yazılı belge zaten ya yoktu ya da yok denecek kadar azdı. Çok daha sonra aynı bilgiler doğudan bir daha geldiler. (İnsanlık olarak en büyük şansımız, Hırıstiyanlık ve Müslümanlığın Japonya, Çin, Tibet ve Hindistan gibi ülkelere, Avrupa ve Orta Doğudaki kadar hızlı ve yaygın şekilde girmemesidir. Öyle olsaydı Hıristiyanlar bütün Rahip ve bilim adamlarını Şeytan'a tapıyor diye yakıp, Eski tanrıları demon ilan edip, eski tapınakları yıkarken, Müslümanlar da bulabildikleri bütün belgeleri "İçindekiler Kur-an'da varsa gereksizdir, yoksa hepsi batıldır" diye imha edip insanları kılıç zoruyla Müslüman yaparlardı ve kabul etmeyenleri de günümüzdeki gibi öldürürlerdi ve sonuç olarak, elimizde bugün bulunan hiç bir bilgi ve belge kalmazdı).  Bizim buradaki ele alış amacımıza göre bu gibi şeyleri kim ne zaman yapmış, nasıl öğrenmiş konunun tarihçesi nedir gibi şeyler önem taşımamaktadır ve konuları daha derin ve özgün şekilde öğrenmek isteyen herkes bir sürü kaynak bulabilir. Bize göre önemli olan Zanshin'in nasıl ve ne amaçlarla kullanıldığıdır. 

Manyetizma, ilk önceleri Büyücülerin insanları etki altına almak, manyetik uyku durumuna sokmak ya da uyku durumuna sokmadan da, kendi isteklerini kabul ettirmek için kullandıkları bir şeydi. Daha sonraları insan manyetizması ismiyle incelenmeye başlandı. Tedavi amacıyla kullanıldı. Mesela olayın ilk ciddi araştırmacılarından birisi (1800'lerde) bir fıçıya su doldurup, suyun içine de bir çok demir çubuk koyup, suyu manyetize ediyordu. Yani ellerini suya sokarak ya da üzerinde tutarak konsantre olup suya enerji veriyordu. Sonra bu fıçıdan uzatılan bazı bakır çubuklar çevresine toplanan hastalara tuturuluyordu. Bu tedaviyi izleyen hastaların sağlıklarına kavuşma yüzdesi de oldukça yüksekti. Tabii bu deneyi yapan doktor daha önceleri hastaları tek tek manyetize ederek şifa verme deneyleri yapmış, sonunda bir klinik açmış ve kalabalığa aynı anda manyetik etki verebilmek amacıyla su ve demir çubukları manyetize etme yöntemini geliştirmişti. 

Burada anlatılan, su ve içindeki demir çubukların manyetize edilip, manyetik enerjiyi tutabilmeleri deyim yerindeyse bir tür psikokinetik akü haline gelmesini yukarda bahsedilen, Samuri'nin kılıcını kendi ruhsal enerjisi ile doldurması durumuyla karşılaştırırsak arada fazla bir fark olmadığını görürüz.  

Hemen hemen aynı dönemlere manyetizma ile isanların uyku durumuna ve telkine açık hale sokuldukları bilimsel çevreler tarafından kabul edilip, incelenmeye başlandı (Bak: "Tatbikat ve Nazariyatı ile Hipnotizma"  Nöro Psikiyatr Dr. Recep Doksat. Kader basımevi İsatnbul 19662.  "İpnotizma ve Telkin" Ergün Arıkdal. Ruh ve Madde yayınları İstanbul 1963). Bu işlem şu şekilde uygulanıyordu: Denek bir koltuğa rahat bir şekilde oturtuluyor, manyetizör karşısında duruyordu. Manyetizör önce ellerini açıp deneğin başının üzerinde tutuyor, sonra "Pas" (Geçiş, anlamında. Fransızca'dan alınmış bir terim) yapmak olarak tabir edilen şekilde ellerini deneğin göğsünün üzerinden geçirip, dizlerine kadar indiriyordu. Tabii eller hastaya temas etmiyordu. Söz konusu pas yapmanın çeşitli teknikleri vardı. Gerekirse deneğin elleri de tutulabiliyordu. Sonuçta bir süre sonra denek, manyetik uykuya girip telkinlere açık hale geliyordu. 

Daha sonraları uyutma işlemi sırasında, pas yaparken aynı zamanda sesli telkinler de verilerek denenmeye başlandı ve bu da başarılı oldu. Zamanla bazı manyatizörler sahneye çıkıp, gösteri sanatçısı olarak çalıştılar, gösteriler yapmaya, seyircilerin arasından seçtikleri gönüllüleri uyutmaya başladılar. Aynı zamanlarda da doktorlar manyetizmayı daha ciddi olarak ele aldılar ve hastaların, ellerle pas yapılmadan da uyutulabildiğini farkettiler. Hastanın karşısında oturuluyor ve sadece konuşarak telkin verip, uyutuluyordu. Bundan da modern Hipnotizma yöntemleri doğdu. 

Psikiytri Hipnoz olgusuna değişik izahlar getirdi. İddiaya göre Hipnotizör sadece konuşup yol gösteriyor ve hasta da telkin altında kalıp, psikolojik olarak uyuyor yani bir noktada Hipnozu kendi kendine yapıyordu. Durum sadece psikolojik bir olguydu. Tabii ki, bu izahlar bilim adamlarının bilimsel yobazlıkları ile, bilmedikleri birşeyler olduğunu kabul etmeme kompleksindendi. Kabul ederlerse maddenin dışında ruhsal şeylerin olduklarnı da kabul edecekler ve sonuçta olay mistisizme kayacaktı. 

Aslında manyetizma sırasında ellerle pas yapılması ya da kişinin yanına oturup kişiye sözlü telkin yapılması önemli değildi çünkü olayı gerçekleştirmekte en büyük rolü oynayan şey, hastayı ele geçirip, sarmalayan ve uyuşturup, Hipnoza sokan, Hipnotizörün Zanshin'i idi. Bazı kimseler çeşitli amaçlarla Hipnoz olmayı kendileri isterler. Bazı kişiler aptalca bir meydan okuma içine girip, Hipnoz olmayacaklarını ileriye sürerler ve uyumama gayreti içinde olurlar. Bazı kimseler de uyumak isterler fakat korkudan bir türlü uyuyamazlar. Bu durumlarda meydan okuyanın Zanshin'i uyanıp, Hipnotizörün Zanshin'ini durdurmaya çalışıyordu. Korkan kişi de kendi korkusundan motive olarak aynı şeyi yapmış oluyordu ya da oluyor. Sonuçta bu gibi kimselerin bazıları zayıf bir Zanshin sahibi oldukları için uyuyorlar, bazılarıysa direnebiliyorlar. Ancak kesin birşey var ki o da Hipnotik durumu sağlayan şey, Hipnotizörün Zanshin'idir. 

Bu noktada, Yukardaki sayfalarda neden Zanshin için "Saldırgan ruhsal enerji" dediğimizi açıklayabiliriz. Zanshin durumunun saldırganlığının sadece savaşla durumuyla ilgili olmadığını söylemiştik. Burada görüldüğü gibi Hipnoz yapılması da, başka bir insanın zihnine ve ruhsal enerjisine dışarıdan yapılan bir etkidir. Hipnoza giren kişi bu işi kendisi gönüllü olarak istemiş ve kendini buna açmış bile olsa dıştan gelen her durum ister şifa niyeti ile ister başka bir niyetle olsun hiç farketmeksizin saldırgan bir durumdur. Çünkü birisi pasif kalırken birisi ne ne niyetle olursa olsun ona baskı yapmakta ve hakim olmaktadır. Anlaşılacağı gibi saldırgan durum savaş durumlarını anlatan bir deyim değildir.

 

Manyetizasyonun pratik kullanımları

Manyetik etkilerin kullanımları tabii ki, Hipnozla sınırlı değildi. Bazı kimseler ve özellikle bazı Okültistler manyetik enerji dedikleri durumu çok öncelerden beri biliyorlar ve kandi dünyasal amaçları doğrultusunda kullanıyorlardı. Bu işlemler de aşağıda anlatılacağı gibi yapılıyordu ve hala da çok geniş ölçüde yapılmaktadır. 

Manyetik etkileri ya da bizim anlayacağımız şekilde, Zanshin'i kullanarak birilerini etkileme yöntemleri kişiden kişiye değişebilir fakat en genel yöntem aşağıdadır. 

Bir insan etkilenmek istenildiği zaman, etkilenecek olan kimse hafifçe sağa alınır yani uygulayıcı yirmi, otuz derece kadar, belli etmeden sola dönerek kurbanını sağ yanına alır. Konuşurken söylemek istediklerini tane tane söylerken gözler hiç kırpılmadan kurbanın iki kaşı arasına odaklanır. Bu sırada gözler iri iri garip şekilde açılmamalı normal tutulmalıdır. Konuşurken bir yandan da istenilen fikirlerin kurbana itildiği imajine edilir. Onun bunları kabul ettiği, kabul etmekten mutlu olduğu gibi şeyler hayal edilir. Şayet bakışların direk olarak iki kaş arasına odaklanmasının yakışık almayacağı bir durum varsa karşıdaki kimsenin solar pleksüsüne ve hatta dizlerine bakmak da yeterli olabilir. 

Konuşurken söz karşı tarafa geçtiği zamanlarda, onu dinlerken asla manyetik noktalara bakmamak lazımdır. Manyetik noktalar yerine mesela onun bir kaşına veya yüzündeki herhangi bir noktaya bakmak mümkündür. 

Bu konuda ciltler dolusu yazı yazmanın mümkün olmasına rağmen manyetik enerjinin kullanılması burada ve geliştirilmesi de aşağıdaki bölümlerde yazılanlardan ibarettir. Bundan sonrası sadece bu konuda kitap yazıp para kazanmak isteyenlerin cilt doldurmak için yazacakları gereksiz detaydır. 

Tabii ki, burada sadece bir fikri empoze etmek olarak anlattığımız işlem karşı tarafta, şaşkınlık, aptallaşma, beğeni, korku, saygı, sırları açıklamak isteği gibi akla gelen değişik duyguları uyandırmak için de kullanılır. 

Dikkatli bir okuyucu bu noktada, yukarda anlatılan insanı etkilemek yöntemi ve yapılan şeyin amacı ile bir Kılıç öğrencisinin Zanshin'i kullanması arasında şekilsel olarak görünür farklılıktan başka hiç bir fark olmadığını anlayacaktır. 

Zanshin hayat içinde insanları bilinçli etkilemek amacının dışında da fakat tabii gene etkileme şeklinde  kullanılabilir. Bazı kimseler kendi fikirlerini yukarda anlatılan yöntemleri hiç bilmeden de hemen hemen herkese çok rahat empoze edebilirler. Bir işçi veya satıcı ile fiyat konusunda çok daha başarılı pazarlık yapabilirler. İnsanların dostluk ve beğenilerini elde edebilirler. Hatta karşı cins üzerinde çok başarılı olduğu kabul edilen insanlar da farkında olmadan aynı gücü kullanırlar. Zaman zaman gözümüze oldukça çirkin görünen ya da çekici bir yanı olmayan bazı  kimselerin karşı cinsten son derece çekici olan kimseleri elde ettiklerini, istedikleri kimseyi baştan çıkartabildiklerini görürüz. Bu da Zanshin'in bilinçsiz bir kullanımıdır.

 

ZANSHİN'İ GELİŞTİRİCİ ÇALIŞMALAR

Buraya kadar incelenen konularla Zanshin'i anlayabilmek ve kullanmakla ilgili gereken hemen hemen her şeye değinmiş olduk. Bir bakış açısında göre Zanshin yazısının burada bitmesi yerinde olur. Netice itibarı ile burada bazı kimselere mistik sistemler, Okült çalışmalar ya da herhangi bir savaş sanatı öğretmeye çalışmıyoruz. Amaç Zanshin'in değişik bir görünümünü ortaya sermekse bundan sonrasına devam etmek yersiz olur. Bununla beraber, konuşulan, Uzak doğu savaş sanatlarıyla ilgisiz fakat mistik sistemlere ilgi duyan ya da ilk defa benzeri konularla tanışıp da merak eden kimseler, söz konusu enerjilerin nasıl hissedilip, tanınıp, geliştirilebileceği hakkında da sorular sordukları için aşağıdaki bölümleri ekleme gereği duydum. Uzun sözün kısası burada aşağısı sadece konuyu ilginç bulup, merak edenler içindir.

 

Basit çalışma

Zanshin'in güçlenmesi ve geliştirilebilmesi için yapılabilecek en basit çalışma, Japonya'da ve/veya Samurai'ler döneminde uygulanırmıydı, uygulanmazmıydı bir fikrimiz yok fakat Uzak Doğu'nun bir çok bölgesinde hatta Batı'da da uygulanan basit bir çalışmadır. 

Rahat ve sessiz bir ortamda zemine yayılan bir örtü, kilim, battaniye, halı, minder gibi bir şeyin üzerine bağdaş kurarak oturulur. Oturma şekli için genel olarak çevredeki herhangi bir eşyadan yani koltuk, masa sandalye gibi şeylerden en az bir metre uzak olunması gerektiği söylenir fakat aslında rahat bir koltuk üzerinde arkaya yaslanarak da uygulamak mümkündür. Işıklar söndürülür. Çalışmayı yapan kimse önüne yanan bir mum koyar. Mumun bir sehpa üzerinde ve göz veya en az solar pleksüs yüksekliğinde olması daha iyi sonuç verebilir. Mumun gözden uzaklığı yarım metre civarında olabilir. Eller dizlerin üzerindedir. Adeleler gevşetilir fakat bel kemiği dik durumdadır. Omuzlar kısılmamış ve alçak, kafa öne eğilmemiş fakat arkaya da yatmamıştır. kafanın arkası bel kemiğinin uzantısı gibidir. Bakışlar mumun alevine odaklanır ve gözler kırpılmadan bakılır. Aleve konsantre olurken bütün, günlük düşünceler zihinden uzaklaştırılır ya da bunu yapabilmeye çalışılır. Şayet gözlerde yanma veya sulanma durumları başlar gibi olursa buna izin vermeyip, fazla zorlamadan gözler kırpılır ve tekrar olabildiği kadar göz kırpmadan bakmaya devam edilir. Bu durumda, Yoga vs gibi sistemlerdeki, bilinen herhangi bir nefes tekniğinin yapılması da uygundur fakat en uygun olan iki nefes tekniği vardır. 

1 - Burundan, normal hızda fakat bütün ciğeri dolduracak kadar derin bir nefes alınır. Ciğerler tamamen dolunca nefes ağızdan ve yavaş yavaş verilir. Nefesin tamamen verilmesi sürdürülebildiği kadar uzun sürdürülür. Ciğerler boşalınca alt karın kasları sıkıştırılıp, içe çekilerek diyaframın akciğerleri sıkıştırması  ve içerdeki havanın tamamen boşalması sağlanır. Nefes bitince kısa bir süre nefes tutulur ve sonra tekrar yukarda anlatıldığı şekilde alınır.  

Bu nefeste dikkat edilecek şey, nefesi alırken de verirken de asla zorlama olmaması, tabii bir şekilde alınıp verilmesidir. Yorucu bir nefes tekniğidir ve en fazla onbeş veya yirmi defa tekrarlandıktan sonra. bir süre normal nefes alıp verme durumuna girip dinlenmek daha iyi olur. 

2 - Aynı şekilde oturulur. Bu nefes fiziksel bir aktivite gerektirmez. Sadece zihinsel bir uygulamadır. Yukarda "Kokyu" nefesinden bahsedildiği gibi nefes tabii bir şekilde burundan alınır. Havanın, kafanın ön tarafından yukarıya çıktığı imajine edilir. Bunun aynı zamanda hissedilmesi de gerekir. Hava kafatasının tepe noktasındaki eklem yerine kadar (Korteks) yükselir ve oradan kafatasının arkasına doğru gidip, ense ve belkemiği üzerinden aşağıya iner. Kuyruk sokumuna ulaşınca öne kıvrılır, cinsel organlardan geçer ve miğdede topanır. Özet olarak dairesel bir yol izler. Nefes alındıktan sonra herhangi bir özel işlem yapılmadan veya özel bir imajinasyona baş vurmadan burundan tabii bir şekilde verilir. Bu nefeste ciğerleri ve adeleleri zorlayıcı birşey yoktur ve istenirse günlük hayatta da devamlı olarak kullanılabilir. 

Her ne kadar başta iki tip nefesten bahsettiysek de bir üçüncü şeklin daha eklenmesi mümkündür. Bu da yukardaki iki nefes şeklinin birbirine kombine edilmesidir. Nefes alınırken ikinci şekildeki gibi alınır ve verilirken birinci şekilde anlatıldığı gibi diyaframı kasarak dışa atılır. Nefes veriş gene zorlayıcı olacağı için dinlenme döneminde sadece ikinci tip nefesin sürdürülmesi olasıdır. 

Bir süre bu durumda nefes alış verişi yapılıp, aleve konsantre olduktan sonra nefes çalışması bırakılır ve mümkün olduğu kadar az nefes almaya geçilir. Nefes burundan yavaş yavaş ve az az alınıp verilir. Önce derin bir nefes çekilir sonra dayanılabildiği kadar az az alınıp verilir ve arada bir nefes boşaltılıp, yeniden alınarak tazelenir.

Zamanla konsatre artıp, düşünceler iyice uyuşunca ve kişi Hipnotik durumlara benzer bir duruma girince sadece alevin haraketleri düşünülerek, yukarda enerji beden ismiyle bahsettiğimiz kinetik enerjinin genişleyip, yayıldığı hissedilmeye başlanır. Bunun için, düşünülür veya imajine edilir kelimelerinin kullanılmadığına ayrıca dikkat edilmelidir. Kişi bu durumu gerçekten hissetmelidir. İlk başlarda sadece imajinatif olan bu duygu zamanla tam bir gerçeklik kazanır ve insan, enerjinin yayıldığını gerçekten duymaya başlayabilir. Çalışmalara olan alışkanlık arttıkça kişi bir tür zihinsel ustalık kazanır. Vücudundan hafif bir elektirik akımı geçermiş gibi hisler duyar. Çeverde bazı çatırtı, çıtırtılar oluşabilir. Çalışma süresi isteğe göre yirmi dakikadan, bir saate kadar uzayabilir. 

Burada anlatılan yöntem konunun yabancısı olan kimseler tarafından meditasyon zannedilebilir halbuki, bu çok benzemekle birlikte bir meditasyondan ziyade bir çalışmadır.

 

İkinci çalışma şekli

Bu yöntemin tarifi çok daha kısadır. Bu çalışma şekli yukardaki basit şeklin gelişmiş veya daha güçlü, daha ileri seviyede olan bir hali değildir. İki yöntem de eşit derecede tarcih edilebilir. Önemli olan yapacak kişiye hangisinin daha sempatik geldiğidir. 

Bu çalışma basit olarak yukarda anlatılan Kuji In haraketlerinin ve mantralarının uygulanışıdır. Yukarda anlatıldığı şekilde oturulur. El kombinasyonları sırayla, isimleri bir kere telaffuz edilerek yapılır. Yukarda anlatrılan nefes teknikleri ile konsantre olunur ve aynı şekilde, yapılan el kombinesinin amacına göre gereken enerjisel genleşme sağlanır. Aynı anda normal veya alçak sesle el haraketinin mantrası devamlı olarak söylenir. Mantraların söylenişlerinin kendilerine has birer tınıları, terennüm ediliş şekilleri vardır fakat bunları tam olarak bilmediğimiz gibi yazılı olarak verilmeleri de imkansız gibidir. Bu yüzden mantraların düz bir şekilde okunmaları caizdir.  El kombineleri isteğe göre, sırayla hepsi birden, her biri beşer, onar dakika sürdürülerek bir tek çalışmada ya da her çalışmada bir teki ele alınarak yapılabilirler. 

Bu çalışmanın yukarıdaki Basit çalışmada anlatıldığı şekilde bir mumla yapılması yani iki çalışmanın birbirine kombine edilmesi de mümkündür.

 

Iaido öğrencileri için bir hatırlatma

Herne kadar anlatılan yöntemler genel uygulamalar olsalar da burada Iaido öğrencileri için bazı hatırlatmalar yapılabilir. Iaido öğrencisi olan bir kimse bu gibi çalışmalar yapmak isterse, Hakama'sını giyerek tıpkı Seiza'da başlayan (İki diz üzerine oturarak) bir kata'nın başındaki gibi oturması, kılıcını kuşanmış veya Boken'ini uygun şekilde yani kata başındaki gibi eline veya yanına almış olması ya da Torei'deki (Torei: Iaido çalışmalarının başında ve sonunda yapılan kılıca selam töreni. İki diz üzerine oturulur. Kılıç zemine, yaklaşık olarak kırk santim kadar ileriye, omuzlara paralel olarak bırakılır ve törensel bir şekilde selamlanır)  gibi önüne koynuş olması ve çalışmaları bu şekilde sürdürmesi hem daha motive edici olabilir hem de Iaido çalışmalarıyla elde etmiş olduğu zihinsel ciddiyeti ve dispilinini uyandırabilir ve bu yüzden de yaptığı zihinsel çalışmadan daha çok randıman alabilir. Ayrıca yukada bahsedildiği gibi çalıştığı enstrumanı da bilerek veya farkında olmadan manyetize edebilir.

 

Üçüncü Çalışma şekli

Bu son çalışma sistemimiz yukardaki "Manyetizasyonun pratik kullanımları" isimli bölümde anlatılan uygulamalarla daha yakın ilişkilidir fakat döğüş sanatları için de uygulanabilir. Esas olarak Batı ülkelerindeki okültistlerce uygulanmış ve uygulanan bir sistemdir. 

Manyetik enerji bedenin her noktasından deşarj olabilir fakat en güçlü fışkırdığı yer gözlerdir. Daha doğrusu manyetik enerjinin fışkırdığı nokta iki kaşın arasındaki şakradır fakat bu enerji bakışlarla yönlendirilir. Bakış ve etkili gözler manyetik enerjinin kullanılması için en verimli araçlardır. Buyüzden de manyetik enerjinin güçlenmesi gözlerin etkili bir bakışa sahip olması ile mümkün olabilir. 

Manyetik enerjinin kullanılabilir olması için gereken fiziksel idmanladan daha önemli olan şey kişinin buna inanması, başaracağından şüphe duymaması ve çalışmalarından hiç kimseye bahsetmemesidir. Bir kimse böyle bir enerji sağlamak için çalışmalar yaptığını anlattığı zaman çevresinden gelen inanmazlık ve istemezlik dalgaları onun manyatizmasını bozar ve başarıya ulaşmasını engeller. İnsan esas olarak kıskanç bir varlık olduğu için kişinin en yakınları bile onun böyle bir güce sahip olmasından hoşlanmazlar. Bu da kişinin çevresinde ağır bir negatif manyetik alan yaratır. Ayrıca bir kimsenin bu gibi çalışmalar yaptığı bilindiği takdirde çevresindeki insanlar, böyle şeylere inanmasalar bile bilinçaltı olarak, ona karşı bir kalkan açacaklardır. Dolayısı ile manyetik enerjiyi geliştirmenin ilk şartı kesin bir gizlilik, ikinci şartı ise, er veya geç başarılı olunacağına kesin bir inançtır. 

Gözlerden fışkıran manyetik enerjinin kesintiye uğramadan hedefine gitmesi ve onu adeta bir laser ışını gibi kesmesi, delmesi gerekir. Bunu sağlamanın en emin yolu ise, gözlerin mümkün olduğu kadar az kırpılmasıdır. Her göz kırpışı manyetik akımı bölen bir gecikmedir. Gözleri uzun zaman kırpmadan tutmaya ve etkili bakışlara sahip olmaya yarayan en önemli idman sabit bir noktaya bakmaktır. 

Rahat bir şekilde oturulur. Karşıda bir duvar olması ve duvarda da dikkat çekecek bir şeyin bulunmaması tercih edilir. Bir kibrit çöpü baş ve işaret parmakları arasına, yanıcı ucu yukarda olacak şekilde, dibinden tutulur. Kol uzanabildiği kadar ileriye uzatılır. Kibrit çöpü zemine doksan derece dik ve gözlerden çok az daha yüksekte bir durumdadır. Bu durumda bütün dikkat kibrit çöpünün ucuna toplanır ve gözler kırpılmadan bakılabildiği kadar bakılır. Bir süre sonra gözler sulanır, dayanamaz ve kırpılır. Bu olunca gözler bir iki kırpılarak dinlendirilir ve tekrar başlanır. Uzun çalışmalardan sonra gözler yanmaya başlarsa soğuk suyla yıkanırlar ve ister çalışmaya devam edilir, ister bırakılır. Zamanla gözlerin açık tutulabilme süresi uzar. Bu süre on, onbeş dakikaya kadar çıkartıldığı zaman manyetik enerji kullanılabilir hale gelmiş demektir. Tabii ki, bu açıklık süresi, hiç bir gayret sarfetmeden ve zorlamadan, zihin ona takılmadan, tabii olarak tutulabilme süresi olmalıdır. Bu çalışmalarda kibrit çöpü yerine duvardaki bir desene bakmak da mümkündür. 

Manyetik enerjiyi güçlendiren ve zayıflatan yiyeceklerde vardır. Her tür konserve gıda, kuru bakliyat, sucuk, pastırma, alkollü içkiler ve özellikle de mayalı içkiler, pasta ve çukulata, işkembe çorbası ve sair sakatat, sığır eti manyetik enerjinin süratle deşarj olarak zayıflamasına sebep olurlar. 

Buna karşılık beyaz etler, tavuk, balık, taze sebzeler, kuruyemiş türü şeyler av etleri manyetik enerjiyi güçlendirir. İçki konusunda bazı istisnalar vardır. Normal bir içki içme alışkanlığının manyetik enerjiyi ziyan etmesine karşılık bir uygulama ya da yukarda anlatılan türde hazırlık idmanı yapmadan önce az miktarda  içki almak manyetik enerjinin deşarjına sebep olması açısından iyi olabilir çünkü o zamanlar enerjinin zaten deşarj olması istenilen zamanlardır. 

Tabii yukardaki içki bahsi, manyetik enerjiyi günlük hayatında kullanmak isteyen kimseler içindir.

 

Meditasyon

Son olarak da bir, iki satırla meditasyondan bahsetmemiz gerekir. İlk sayfalarda, Meditasyon'un ve zihni durdurmak denilen olgunun kitaplarda tam olarak tarif edilmediğinden ve bilinmediğinden bahsetmiştik. Burası, meditasyonun doğru şeklini tarif etme yeri olmadığı için bu konuya girmiyoruz. Ayrıca zaten değişik meditasyon şekilleri vardır ve meditasyon yapmak isteyen birisi düzgün bir yöntemi bulabilir. Meditasyon konusunda söylenebilecek şey, Zanshin için bilinen ya da bilindiği zannedilen herhangi bir tür meditasyonun çok iyi sonuç vereceği ve yukarda anlatılan çalışmaların en önemli tamamlayıcısı olduğudur.

[Yazılar] [Ana Sayfa ][Yazılar