[Ana Sayfa ][Yazılar

 

Dion Fortune "Mistik Kabala"yı Nasıl Yazdı.

 

(Gareth Knight'in "Dion Fortune & İçsel Işık Derneği"* kitabının 29 bölümünden bir alıntı)

Mayıs 1931 tarihinde “İçsel Işık Dergisi”nde [Dion Fortune tarafından yazılmış] dört yıl sürecek yeni bir yazı dizisi çıkmaya başladı. Bu “Mistik Kabala” idi.  

Bu eser Dion Fortune’un okült ve edebi kariyerinde bir dönüm noktası ve ona yakışır bir anıt olarak durmakta ve günümüzde hala Kabala öğrencilerini eğitmek için kullanılmaktadır. Hatta, bu eser 1935 yılında ilk kez Williams and Norgate tarafından yayınlandığı zaman Israel Regardie bile onu övgüyle karşılamıştır:

“Olağanüstü bir netlik ve bilgiyle Cemiyet [Dion Fortune’nın üye olduğu Altın Şafak Hermetik Cemiyeti] felsefesini açıklayıp yorumlayan bu eser, şüphesiz gelecek yıllarda kendi alanında bir başyapıt olarak kabul edilecektir.”

Günümüzde her ne kadar tuhaf gözükse de, Dion Fortune, “Mistik Kabala”yı yayınlamakla kendisini büyük bir risk altına soktuğunu inanıyordu.  Ne de olsa o sıralarda, Altın Şafak Cemiyetinden kalan okült sır geleneği hala hükmünü sürdürüyordu.

Her ne kadar teorik bir eser olsa da, orta halli öğrenci için kavranması son derece kolay bir eserdir ve kitap kaleme alınmadan önce 1930 - 1931 yılları arasında başlayan bir dizi Kabalistik vizyon ve kehanete dayalı pratik deneyimlere dayanmaktadır.

Medyomik trans ve sözel irtibatlardan oldukça farklı deneyimlerin belirtilerini içeren bunlardan ikisini “İçsel Işık Dergisi”nde yayınladı.

1919 yılında  [bir Altın Şafak Hermetik Cemiyeti türevi olan] Alpha et Omega mabedine inisiyasyonunda, Hayat Ağacı ve Altın Şafak tekabül sisteminin temel ilkelerini öğrenmişti. Daha sonra anlattığına göre, kovulma ve İçsel Işık Kardeşliğini kurmak için harcanan yedi yıllık bir süreyle sonuçlanan üç yıllık kısa bir dönemde, bu bilgiden yeterli bir şekilde faydalanmak için derecesi yeteri kadar yüksek olmadığını itiraf etmişti.

Aradan geçen yıllarda, kendisinde bilinçaltı bir gelişme sürüyordu ve bu zamanı gelince olağan çalışmalarını bir kenara atıp, Hayat Ağacıyla üzerine daha yoğun bir şekilde çalışmak zorunda kalmıştı.

İlk başta Ağaç ve karmaşık sembol sistemleri hakkında bildiklerini gözden geçirmeye başladı ve her sabah On Kutsal Sefirot’un esas tekabüllerini zikrederek tekrarlamaya başladı. Bunlar Tanrı İsimleri, başmelekler, melek düzenleri ve gezegensel küreleri içeriyordu.

Sonra da her bir Sefira üzerine birer birer çalışmaya başladı ve ilgili tekabüllerini gözden geçirdi. Sefirot üzerinde çalışırken anlatması güç bazı ruhsal haller yaşadı:

“Her zamanki koltuğumda oturduğunda ve gözlerim kapalıyken evin sesleri, elbiselerimin tenimin üzerindeki hissi gibi dışsal dünyayla bağlantı sağlayan günlük yaşamın tüm algılamalarının farkındayken,  kutsal isimleri zihinsel olarak zikretmeye başlardım ve aniden fiziksel duyumların tamamen dışında, sadece zihinsel imgeler algılayabildiğimi fark ederdim. Yine de, bilincin tam koordinasyonunu muhafaza edebiliyordum, çünkü imgelerin bilincinde olduğumu biliyordum ve aklımım dağılmasını önleyip imgeler üzerine yoğunlaştığım sürece fiziksel duyumların dönmeyeceğini biliyordum.”

Daha sonra üzerinde düşündüğü vakit, bilincinin kaba fiziksel bedeninden sübtil bedenine geçtiğini anladı ve farkında olmadan Peçenin ötesine objektif küreden subjektif küreye geçiş yapmıştı.

Böylece sistemli bir şekilde gözden geçirerek, derin tefekkürde bilincini zihinsel imgeler cümbüşüne güçlü bir şekilde odaklaştırarak, fiziksel bedeni ve duyumlarını hiçe sayarak, ağaçtan aşağı doğru, Sefira’dan Sefira’ya indi.

 Sonunda dokuzuncu Sefira, Yesod’a geldi ve İlahi İsimleri zikrederken, bilincinde aniden bir resim şekillendi. İlk başta sanki onu uzaktan pencereden görür gibiydi, sonra sanki tam içindeydi:

“Görüntü ay ışığında kumlu bir çöldü. Ayaklarımda bir göl veya içsel bir deniz kumlara çarpıyordu. Solumda ve biraz arkamda birkaç dağınık palmiye ağacı vardı ve sağımda,  biraz ilerde bir dizi deve yavaş yavaş uzaklaşıyordu.”

Uzun bir süre bu manzarayı gözetledi ve baktıkça daha gerçekçi bir boyut kazanıyordu. Çok net bir şekilde sakin suların kumlara çarptıklarını işitiyordu ve ay ışığının dalgacıkların üzerinde parıldadığını görüyordu.  Uzaklarda, suların karşı yakasında sanki ay ışığında uykuya dalmış bir şehrin beyaz duvarlarını ve egemen beyaz kubbelerini görüyordu.  

“Durup dinlerken bir değişim oluştu. Suların üzerinde, gökyüzünde devasal bir melek şekli oluşmaya başladı ve üzerime varlığını hissettiğim muazzam bir hilal şeklinde eğilen başmeleği gördüm. Renkler loş ama fosforlu sahneye uyumlu olarak tamamen ay ışığının gri tonları, sisli leylak ve mavilerdi. Yüzü sakin ve durgundu, hüzünlü değildi ama gülümsemeden tamamen yoksundu ve son derece ağır bakışlıydı. Devasal varlık bana doğru eğildi ve elinde tuttuğu bir sembolü gösterdi. Bunun ne olduğunu tespit etmekte biraz zorlandım, ama ısrar etti ve sonunda onun yukarıya bakan ince beyaz alçıdan bir koni olduğunu gördüm. Bunu bir şekilde uzaktaki şehrin kubbeleriyle ilişkilendirdim. Onlar sanki aynı maddeden yapılıydı.”

Meditasyonu sona getirme vakti gelinceye dek, vizyon devam etti, ancak önünde şeması olan Yesod’un mor küresine girdiğini imgeleyerek bunu yaparken,  tuhaf bir hisse kapıldı ve objektif ve subjektif  dünyalar arasında gelip gittiğini hissetmeye başladı. Mor küre sanki şemadan ayrılarak büyümeye başladı ve tüm aurasını kaplamaya başladı. Bu durum karşında ne yapması gerektiği konusunda şaşkındı.

“Sonra bilinmeyen bir sebepten dolayı küre devreye girmeye başladı ve küçülerek bedenin içine omuriliğin dibine ve önüne doğru yerleşti, ucu en alt kaburgaya değiyordu. Kürenin ışınlanan mor ışığı ve iskeletim son derece belirgin bir şekilde farkındaydım ve bu şeklide majikal olarak formüle edilmeyen diğer Sefirot’a kıyasla, kürenin net gerçekliğini halen unutamıyorum.” 

Ertesi gün, Yesod ile ilgili tüm sembolleri gözden geçirdi ve vizyonunda gördükleriyle ne kadar uyumlu olduklarına şaşırdı. Sembolleri araştırıp teyit etmesi, onların aniden ortaya çıkmasına kıyasla çok daha uzun süre alması dikkatini çekmişti.  

Bu vizyon, daha önce Malkut Sefirası ve Yesod Sefirası arasında Satürn’e tekabül eden 32.nci Yol ile ilgili yaşanan benzeri bir vizyonu takip etmişti. Bu vizyonda da garip bir şekilde gerçeklilik hissi vardı. Genelde zor ve karanlık sayılan o yolda kendini aşina ve rahat hissetmeye başladıktan sonra bile, bir orak ve kum saati ile Zamanın Gecesinin Yüce Varlığının vizyonunu görmüştü.   

Diğer bir vizyonu daha kolay anlaşılır olup, Hayat Ağacını bir bütün olarak görmüştü. Beyaz cübbe ve çizgili mısır başlığıyla astral bedeninde, bir mabette doğuya bakan bir taş üzerine oturuncaya kadar kuş gibi uçmuş. Sonra oturduğu taşla birlikte tavandan geçerek parlak güneşe doğru bulutların içinden yükselmiş. Sonra gökyüzü çivit rengine kararmaya başladı ve parlak bir hilal gözüktü ve o zaman analdı ki sembolik olarak Hayat Ağaçında yükseliyordu. Yesod’un Ay Küresinden Tifaret’in parlak gökyüzlü Güneşine yükseldi ve soluk aldırmayan bir hızla yükselmeye devam etti. Sonunda artık astral forumun ortadan kaybolup içinde sadece bir bilinç noktası olduğu kör edici beyaz bir ışık küresine girdi.  Aşağı doğru Hayat Ağacına baktığında kendisinin muazzam cüsseli kozmik bir varlık şekline büründüğünü ve ayaklarının bulutlar arasından dünyanın mavisine bastığını gördü. 

Daha önce böyle bir deneyim geçirmediği için ne yapacağını bilemedi. Avuçlarından su gibi akan muazzam bir güç hissi vardı, güneş sinirağı ve alnından kıvılcımlar elmas parçacıkları gibi yağıyordu. 

* Dion Fortune & the Inner Light" yazan Gareth Knight, (Thoth Publications, Loughborough, U.K. 2000) Sayfa 212-215

 

                                 Kitabın içine bakmak için:                                

 | İçindekiler | Resimler |  I. Bölüm  |

     Hermes Yayınları

 

[Ana Sayfa ][Yazılar