Haşişiler Kimdi?

Yazan Kemal Menemencioğlu

Copyright © 2007 hermetics.org

Bu yazı özel dağıtılan Consensus dergisi için hazırlanıp Şubat 2007 sayısında bulunmaktadır.

 


KONUYLA İLGİLİ DİĞER YAZILAR:

Haşişiler

İsmailliler ve Templiyerler

Haci Bektaş Veli Bir Batıni Dai'siydi

İhvan-üs-safâ

Gül-Haç Cemiyetinin İslami Menşei  

 

KİTAPLAR

Ezoterik - Batıni Doktrinler Tarihi - Cihangir Gener 

Gizli Örgütler - Signier, Thomazo 

Haşişiler

Haşişiler İslamda Radikal bir Tarikat - Bernard Lewis

Hasan Sabbah ve Alamut - İsmail Kaygusuz

Dağın Şeyhi Hasan Sabbah - Freidioune Sehabcam

Alamut Terörünün Kaynakları ve Hasan Sabbah- Şahin Anıl

Fedailerin Kalesi Alamut - Wladmir Bartol 

Güvercinin Gerdanlığı Alamut'a Dönüş - Ernst W. Heine


 

Hasan Sabah ve ona koşulsuz itaatle bağlı Haşişi fedaileri, sahte cenneti ve ünlü kütüphanesi ile erişilmez Alamut kalesi, önemli mevkide valiler, vezirlerin bir emirle sadık Haşişi uşakları tarafından suikasta uğramaları yüzyıllardır dillere destan olmuştur. Bu kısa yazımızda Haşişilerin tarihçelerini ayrıntılı bir şekilde işlemeyeceğiz. Bu konuda zaten birkaç yetkin kitap ve internet kaynağı vardır. Bunları yazımızın dibinde Kaynakça’da bulabilirsiniz. Sadece tarihimize damgasını vurmuş bu tarikatı ve etkisini kısaca değerlendirmeyi çalışacağız.

Haşişiler’in esas adı Arapçada 'koruyucu, bekçi' (bir görüşe göre gizemlerin koruyucuları) anlamına gelen asessen’den gelir. Ancak, düşmanları tarafından kelime benzerlikten faydalanarak Haşişiler, yani “haşiş çekenler” (esrarkeşler) ismi onlara giydirilmiştir. Aynı şekilde batıda suikastçı anlamına gelen “assasin” kelimesi de bu tarikattan türemiştir. Esas itibarıyla, Haşişiler ilk zamanlar Nizari İsmaililer’in bir koluydu. Bu muhalif topluluk 1094 yılında Halife el-Mutansır’un oğlu Nizar’ın ordu komutanı Bedr ül Cemali’nin tahtan indirilerek kardeşi el-Mustali’nin halife yapılmasına itiraz eden gruplardan oluşmuştur.

Haşişi davasına üstlenmiş kişilere dai denir. Bu kelime esasında Nizari İsmaili misyonerlere verilirdi. Fedai kelimesi dai kelimesinden gelmektedir. Fedakârlık kelimesi aynı kökendir. Dailerden ders alan Hasan Sabah 11nci asırda İran’ın Kum şehrinde doğmuştu. Genç yaşta felsefe, teoloji ve bilimin parlak öğrencisi olan Hasan Sabah daha sonra zekâsını orta doğuda dehşet saçan eşi benzeri olmayan bir tarikatı kurmak için kullanmıştı. Hasan Sabah, ilki Alamut olan kervan geçmez bölgelerde yüksek ve erişilmesi zor dağların tepesinde kaleler zinciri kurmuştu. Dağların Şeyhi (Şeyh-ül Cebel) Hasan Sabah efsanesini batıda duyuranlar arasında Marco Polo Seyahatname’sinde şöyle yazmıştır:

“Şeyh'in kendi dillerindeki ismi Alaaddin'dir. İki dağ arasındaki bir vadinin girişlerim kapattırmış ve burayı envaitürlü meyvelerin yetiştiği, eşi benzeri görülmemiş güzellikte bir bahçeye çevirtmiştir. İçerisine her biri göz kamaştırıcı zarafette resimlerle bezeli, akla havale gelmeyecek görkemli köşkler ve saraylar inşa ettirmiştir. Kanallardan alabildiğine şarap, süt, bal ve su akmaktadır. Dünya güzeli kadınların ve genç kızların ellerindeki çalgılardan en hoş tınılar, dudaklarından en hoş şarkılar dökülür, dans figürleri izleyeni büyüler. Şeyh'in gayesi. tebaasmı buradan öte bir cennetin olmadığına inandırmaktır. Bunun için, Hz. Muhammed'in sözünü ettiği, ırmaklarından şarap, süt, bal ve suyun eksik olmadığı, sakinlerini zevklerin doruklarına eriştiren hurilerle dolu cennet tasvirini örnek almaktadır. Sahiden de, bu civarda yaşayan Arapların gözünde vadi, cennetin ta kendisiydi!

“Haşîşîler olarak ayırdıklarının haricinde kimse bahçeye alınmıyordu. Bahçenin girişinde, dünyaya kafa tutabilecek denli güçlü bir kale vardı, başka da bir girişi yoktu. Bizzat kendi maiyeti altına almak üzere sarayında barındırdığı on iki ila yirmi yaş arası gençlere, tıpkı Hz. Muhammed gibi, cennet hikâyeleri anlatıyordu; gençler de, Sarrasinler Hz. Muhammed'e nasıl inanıyorlarsa aynı inançla ona bağlıydılar. Önce kendilerine uyuşturucu bir iksir içirip, ardından dörderli, altışarlı ya da onarlı gruplar halinde bahçesine sokuyordu. Böylece, gözlerini açtıkları vakit gençler kendilerini dillere destan bahçede buluyorlardı.

“Uyanıp da kendilerim havai dahi edemeyecekleri güzellikte bir mekânda buluverince, buranın cennetin ta kendisi olduğuna kanaat getiriyorlardı. Etraflarında gönüllerince oynaşan kadınlar ve genç kızlar, kendileri de gençliklerinin baharında olunca, burayı terk etmek akıllarının uçundan dahi geçmiyordu.

“Bizim ihtiyar dediğimiz Efendi, sarayım alabildiğine görkemli bir hale getirerek, basit dağlı halkı kendisin! Yüce bir peygamber olduğuna inandırmıştı. Haşîşîlerinden birini bir göreve yollamak istediği vakit, aynı iksirle bu kez sarayına taşıtıyordu. Genç adam gözünü açtığı vakit, kendisini cennetten sonra hiç de hoş gelmeyecek kalenin içerisinde
buluveriyordu. Ardından, Şeyh'in huzuruna çıkarılıyordu ve genç adam bir peygamberin huzurunda olduğuna canı gönülden inanarak önünde hürmetle secde ediyordu. Şeyh nereden geldiğin! soruyordu, o da cennetten geldiğini ve burasının Hz. Muhammed'in Kur'aıı'da sözünü ettiğinin tıpatıp aynısı olduğunu söylüyordu. Bu da hiç şüphesiz, yanında hazır bekleyen ve bahçeye henüz davet edilmemiş olanların bir an için dahi olsa bahçeye girebilme arzularım kamçılıyordu.

“Şeyh, bir hükümdarın katlini isteyeceği vakit gence şöyle diyordu: "Git ve şunu, şunu oldur; geri döndüğünde meleklerim seni cennete taşıyacaklar. Ölsen dahi, seni cennete almaları için meleklerimi yollayacağım." Bu sözlerle, geri dönmek için can attığı cennetin anahtarına ilelebet sahip olduğuna inanan genç, sabırsızlıkla düşmanım katletmeye koşuyordu. Bu sayede, Şeyh'in, ölümüne karar verdiği kim varsa müritleri sırada bekliyordu. Elindeki böylesi muazzam gücün yarattığı korku hissi, kendilerin! hançerin uçunda hisseden hükümdarları kendisiyle iyi geçinmeye mecbur kılıyor, tehdit yaratacak fiillerden alıkoyuyordu. Şunu da eklemeden geçemeyeceğim: Şeyh'in emrinde, kendisiyle tıpatıp aynı tarzda hareket eden başka kimseler de bulunuyordu. Bunlardan birini Şam'a, bir diğerini de Kürdistan'a yollamıştı.” (kaynak Haşişiler – Bernard Lewis) 

Ancak, Haşişiler hakkında farklı görüşler de ortaya atılmıştır. İsmail Kaygusuz Hasan Sabah ve Alamut adlı eserinde şöyle yazmıştır: “Hasan Sabbah'ın özgürlükçü, barışçıl, eşitlik ve paylaşımcılık temelleri üzerine kurduğu Alamut Devleti, 167 yıl hüküm sürmüştü. Alamut, Pamir'den güneydoğu Akdeniz kıyılarına ve Filistin'e kadar uzanan geniş Ortadoğu coğrafyası içinde, 300'e ulaştığı bilinen Baş Dai'lerin yönetiminde, ortaklaşa çalışarak, aynı kazandan yeniden, özel mülkiyetin olmadığı kale yerleşim birimleri "Darül Hicar"lardan (Göçmenevleri, Göçmenler yurdu) oluşan bir devletti. 

Alamut

“Hasan Sabbah, düşmanların iddia ettiği gibi kale devletinde ne katiller (assasins) ve suikastçılar yetiştirmiş ne de uyuşturucu cenneti yaratmıştı. Hasan Sabbah esasen tarihi belgelerde savaştan kaçınan bir kişilik olarak karşımıza çıkmaktadır. Fakat düşmanlarının (Sünnî Bağdat Halifeleri, Selçuklu Sultanları, Haçlılar, Moğollar) sayıca üstün oluşları, O'nun Alamut'ta savunma amaçlı bir gerilla tanıtma fikrine götürmüştür. Hasan Sabbah'ın seçkin savaşçılardan oluşan bir silahlı birlik (Fedain) yetiştirdiği anlaşılıyor. Bu "Fedailer" iddiaların aksine, yalnızca bölge halklarına zulmeden baskıcı yöneticilere suikastlar düzenlemişlerdi.”  

Özellikle son zamanlarda orta doğuda meydana gelen olaylardan dolayı Haşişiler hakkında çok şey yazılmıştır. Bu konuda Bernard Lewis “Haşişiler – İslâm’da Radikal Bir Tarikat” kitabında şöyle yazmıştır:

“Şüphesiz, Ortaçağ'ın Haşîşleri ile günümüzdeki suretleri arasında yadsınamaz bir benzerlik mevcuttur: Suriye-İran bağlamışı; terörün planlı bir şekilde kullanımı; davasının hizmetinde ve öbür dünyada mekânının cennet olacağına inanan suikastçı ajanın, kendini kurban etmeye varan adanmışlığı. Saldırıların odağında haricî bir düşmanın yer alması bağlamında, geçmişte Haçlı ordularına, bugün İsrail’e yönelik eylemlerde bu benzerlik durumu iyice su yüzüne vurmaktadır. 

“Benzeşimler listesine bir ekleme daha yapacak olursam, o da, Haşîşîlere ait eylemlerin yanlış anlaşılması durumudur. Ortaçağdan bu yana Batı dünyasında yaygın olarak kabul gören bir görüşe göre, Haşişlilerin öfkesi ve hançerleri evvela Haçlılara çevrilmiştir. Bu, düpedüz yanlıştır. Arkalarında bıraktıkları sayısız kurbanların bir çetelesini tutacak olsak Haçlıların azınlıkta kaldıklarım, üstelik bunların Müslümanlar arasındaki karışıklıkların neticesinde hesaptan düşülmüş olduklarını görürüz. Davalarının önünde bertaraf edilmek üzere duran engeller, İslam dünyasının haricî düşmanları değil, bilakis İslam dünyası içinde yer alan, çağdaşları olan İslam dünyasının seçkinleri ve bu kimselerin görüşleri olmuştur. Günümüzde kimi İslamcı terörist örgütlerin İsraillilere ve Batılılara karşı faaliyet yürütmekte oldukları doğrudur. Fakat uzun vadede daha ses getirecek muhtemel hedefler olarak, İslam dünyasının mevcut - kendi deyimleriyle mürtet-rejimlerini bellemişlerdir ve hedefleri, bu rejimleri alaşağı edip yerlerine kendi nizamlarını hâkim kılmaktır. Bu bulgular, Enver Sedat'ın suikastçılarının beyanlarında ve referans aldıkları eserlerde alenen göze çarpmaktadır. Grubun lideri gururla "Firavunu öldürdüm" dediğinde, hepimizin tarih kitaplarından tanıdığı Firavun'u İsrail'le barışmakla itham etmemiştir herhalde. 

“Yol yordam noktasında da aralarında ilginç benzerlikler ve zıtlıklar mevcuttur. Ortaçağ'ın Haşîşîleri, kurbanlarım istisnasız mevcut düzenin idarecileri ve liderleri - krallar, generaller, vaizler ve önde gelen din adamları - arasından seçmişlerdir. Sadece tepede yer alanlara ve güç sahibi olanlara saldırmışlar, işinde gücünde olan sıradan insanlara dokunmamışlardır. Silahlarım - bizzat suikastla görevli Haşîşî’nin kullandığı hançer - neredeyse hiç değiştirmemişlerdir. 

“İslam; Hıristiyanlık ve Musevîlik gibi ahlâkî bir dindir ve inançlarında veya uygulamalarında terör ve şantaja asla yer yoktur, İslam hukuku cihadı dinî bir vazife olarak emretmişse de, ne gibi hallerde savaş açılabileceği ve savaşa son verileceği, sivillere nasıl muamele edileceği, hedef gözetmeksizin zayiat yaratan kimi silahların kullanılmayacağı gibi, savaşın idaresi hususundaki meseleleri en ince ayrıntısına dek belirlemiştir.” 

İsmaililer görünüşte İslami bir yapıya sahipken, İslam öncesi birçok öğretilere sahiplenmekteydiler.  Halife İsmail soyundan gelen Fatımiler farklı dinlere tolerans, sosyal adalet ve ilime önem verirlerdi. İsmaili Haşişiler Batıni gizli öğretilerini aşama aşama aktaran dokuz dereceli bir tarikattı. Üst derecelerde radikal heterdoks inançlar verildiği saptanmıştı (daha fazla bilgi için Hermetics sitesinde Haşililer bakınız). Cihangir Gener’in Ezoterik Batıni Doktrinler Tarihi’nde aşağıda yazdıkları Haşişilerin radikal fikirler hakkında biraz fikir verebilir bakınız (İsmaililik ve Templiyerler):

“M.S. 874'den, 1256'ya kadar orta doğuda İsmaililer son derece etkin olmuşlardı. Güçleri o denli artmıştı ki, 1164 yılında, İsmaili İmamı 2. Hasan, Ramazan ayının ortasında şeriatı kaldırdığını açıklamıştı. Oruç tutmanın yanısıra, namaz kılma ve diğer ibadet zorunluluklarının da kalktığını duyurmuştu. Oğlu, İmam 2. Muhammed de onun sistemini devam ettirdi. İslam dininin öngördüğü zorunlu ibadetlere ancak, Selçuklu yönetiminin, Bağdat hilafeti üzerindeki İsmaili baskısını kaldırması ile geçilebildi.”

Yine son zamanlarda işlenen bazı görüşe göre Hacı Bektaş Veli bir dai idi (bakınız Hacı Bektaş Veli Bir Batıni Dai'syidi) ve ayrıca batıda mevcut çoğu gizli cemiyetlerin Haşişilerden esinlendiği düşünülmektedir. Templiyerlerin Haşişilerden ne derece etkilendiği bilinmemektedir, ama bir etki olduğu kesin. Ayrıca günümüzde Michael Baigent ve Richard Leigh’in Tapınak Şövalyeleri – Mabet ve Loca  gibi kitaplar Masonluğun kökeni bazı iddialara göre duvarcı loncalarda değil, Templiyer tarikatında bulunduğunu kanıtlamaktadır. Diğer bir İsmaili cemiyet olan Saflık Kardeşleri veya İhvan-üs Safâ’nın Batıda Gül Haç’ın kaynağı olduğuna dair bir görüş de var (bakınız Gül Haç Örgütünün İslami Menşei). Cihangir Gener’e göre (Ezoterik Batıni Doktrinler Tarihi):

“Hugs De Payens ve diğer Şövalyeler, davet üzerine, Hasan Sabbah'ı Alamut kalesinde ziyaret ettiler. Burada Sabbah'ın kurduğu sistemi gözleriyle gören Şövalyeler, örgüt ve Batıni doktrin hakkında da ilk ağızdan bilgiler aldılar. Kudüs'e geldikleri sırada Katolik inancın en önde gelen savunucuları arasında yer alan Templiyerler, Hasan Sabbah ve Dailerini tanıdıktan, İsmaili öğretisini derinlemesine inceledikten sonra, Katolik inanç tarzından giderek uzaklaşırlar ve akılcılığı ön plana çıkaran Ezoterik doktrine bağlandılar. Templiyer'lerdeki bu inanç değişikliği, kurdukları güçlü örgüt sayesinde tüm Avrupa'ya yayılırken, Katolik kilisesinin de giderek zayıflamasına yol açtı. İsmaililerle ilişkileri Templiyerler'in tüm felsefesini değiştirmişti ancak bu ilişki, örgütün sonunu getiren suçlamayı da bünyesinde barındırdı. Templiyerleri yok etmek için bahane ararken Papalık, tarikatı "Müslümanlarla ilişki kurmak ve hatta Müslümanlaşmakla" suçladı.”

S. Ameer Ali’ye göre “Avrupa'da dinsel ya da din dışı, tüm gizli örgütlerin oluşmasına yol açan temel kavramlar Haçlılar tarafından İsmaili'lerden alınmıştır. Tampliye ve Hospitalye şövalyeleri, Loyola tarafından kurulan Cizvit'ler gibi örgütlerin tümü davalarına kendilerini adayış biçimleri günümüzde asla görülemeyen özveri sahibi kişilerden oluşmuştur. Haşin Dominiken'ler, ılımlı Fransisken'ler ve tüm kardeşlik örgütleri, ya Kahire'ye ya da Alamut'a ulaşacak biçimde geriye bağlanabilirler. Özellikle Tapınakçı Şövalyeleri, Büyük Üstad'ları, Prior'ları, dinsel adanmışlıkları ve hiyerarşik yapıları ile Doğu'daki İsmaili'lerle en güçlü benzeşmeyi gösterirler.”

1256 yılında Haran’ı yıkan, Bağdat’tı bir kül yığına döndüren, bir tek canlı bırakmayan Hülago han Haşişileri de silip süpürdü.  


[Ana Sayfa ][Yazılar