Antik Çağ Simyasının Rönesans İzdüşümleri: Sanat ve Bilim Bağlantısı

Yazan Cihan Başpınar


Antik Çağda Sanat 

Öncelikle antik dönemlerde sanat, bilim ve dinin birbirinden çok kesin bir şekilde ayrılmadığını, ancak bugün bizim keskin bir tanım getirme arzularımızdan kaynaklanan bir zaruret ve/veya bir keyfiyet olduğuna deyinmek gerekmektedir. Kelimelerin kökenlerinde bile şaşılacak derecede bu gün ayrı tutulan kavramlar barındırırlar ve bu tekliğin içindeki çokluk bile yeterince konuya hakim olunmasını zor kılar. Aynı durum sanat içinde geçerlidir. Dinsel bir tiyatro, kutsal bir mimari, bilimsel anatominin keskin bir şekilde kullanıldığı heykelcilik ve yaşamın her noktasında bulunan kusursuz estetik. Sanat bu günkü gibi statik ve yaşamdan ayrı bir unsur değil yaşamın her anında uyulması ve uygulanması gereken vazgeçilmez bir prensipti. Bu yolla ilahi olanın bir yansıması elde edilir ve bu yolla kutsal olan kavranır ve yaşanırdı. Asıl konu güzellik ve estetikti ki aynısını doğada kozmosta ve her şeyin içindeki tanrıda görmek mümkündü. Bu her şeyin bütünsel bir hareket içinde algılandığı bir dönemdi ve sanat bu kutsal bütünlüğün sadece bir yanıydı. "Antik dönemin sanat anlayışı natüralist, simgesel, büyüsel öğenin bileşik durumundan ibarettir. Mister gösterileri, kutsal dramalar ve klasik antikteki bazı oyunlar tiyatroya tekabül ediyordu. Antik şiirin kutsal esin ile ve 'dize'nin de efsun ile yakın ilişkisi vardı. Müzik, dans ve ritim içinde de bu böyle oldu. Lucien, dansçı rahiplerin mısırlıların kutsal gizlerini bildiğini anlatır"(1)

Önemli olan simgesel, imgesel ve metafizik bir görev üstlenmesiydi. Bu, modern sanattan apayrı bir kavramdır ki bugün soyut adı altında yapılandan da oldukça uzaktır. "Tradisyonel insan fiziksel dış gerçekliğin bilgisine gerektiğinden fazla değer vermiyordu."(2) onunki apaçık içebakışın ve oradan görülen imgelerin şekillenmesiydi ve bunlar doğaya ve onun yasalarına hiç de aykırı değildi. Sanat burada hem bir araç hem de bir sonuçtu. O eserler vasıtası ile hissedilir alemden çıkılır ve imgelemin gerçekleştiği ve onu yukarı taşıyacak olan imajinal aleme varılır. Burada akledilir gerçekleri şekil ve boyut yardımıyla yani maddeleştirmeden boyut verme yetisini geliştirir. Bu sıradışı bir dikkat, hafıza ve konsantrasyon gerektirir. Bu ara alem (akledilir ve hissedilir alem arasındaki) hem fantezileri hem de insandaki arketiplere ulaşmada kullanılan imgeleri barındırır ki yukarıdaki değerler göz önünde tutulmasaydı bugün sanat tarihi kitaplarını ve müzeleri dolduran o eşsiz eserleri görmek pek mümkün olmazdı. 

"Antik sanatlar tradisyonel açıdan, müteal bir edim ya da anlamın simgesi olarak, daima bir Tanrıya yada bir kahramana 'adanmıştır'".(3) Ptah, Knum, Vulcain, Hermes, Bald, Promethe sayabileceğimiz bazı Tanrılardır ki bunlar kendi kültleri aracılığıyla tarihteki yerini almışlardır. Örneklerden anlaşılacağı üzere bu tarz beşer dışı idi ve kutsal bir işlevi vardı. 

Burada bahsedilen her ne kadar zamanın belirli bir diliminde var olmuş olan bir gelenekten söz edilse de onu var eden koşullar incelendiğinde sadece tarihin yitik sayfalarında var olan bir durum olmadığı anlaşılır. Rönesans'taki koşullar buna bir örnek teşkil eder ve bu sebepler antiğin Rönesans'a hem fiziksel bir izdüşümü hem de bir ilkesel bir yansımasıdır.


Antik Bir Bilim ve Sanat Olarak Simya: Rönesans ve Ortaçağ Avrupa'sındaki Yeri 

Şüphesiz ki antik dönemlerden günümüze kadar ulaşan, hayranlık ve merak uyandıran bir bilim ve sanat olan simya, özellikle klasik anlayışın, kozmolojik ve ahlaki tutum hakkında bilgi verecek önemli bir bilgi kaynağıdır. Simyanın kendisi oldukça uzun bir yolculuk sonucunda modern dünyaya ulaşmıştır ancak günümüzde pek rağbet görmemiştir. Hermes'in antik bilgeliği ile M.Ö. 4000'lerde(?) yola çıktığı varsayılan simya, sonraları kabalistlerde oradan Araplarda ve son olarak da 1000'li yıllardan 1700'lü yılların sonuna kadar Avrupa'da kendine yer bulmuştur. Şu an ona atfettiğimiz adı Araplar vermiştir ki bu 'al-kimya'dır' ve kara toprak anlamını karşılar.

Klasik dünya için simya bir kozmos ve ruh bilimi ve sanatıydı. Gezegenler, metaller(daha açık bir ayrımla madde) ve ruh arasındaki, analoji yasası vasıtasıyla yapılan, bir keşifti. Kişi kendini, doğayı, onun yasa ve eserlerini tanır daha sonra evrimsel durum olarak alt basamaktaki unsurları üst basamaklara çıkartmaya çalışırdı. İlk malzeme kendisiydi ve "yukarıdaki neyse aşağıdaki de oydu".


Ortaçağ ve Sonrasında Simya

Simya, batı Hıristiyanlığına ilk önce Bizans yolu ile ve daha sonra da Endülüs yolu ile İslam uygarlığından giriş yaptı. M.S.6 yy da simya, Cabir İbn Hayyan'ın kurduğu bir okul ile yüzlerce metinin etrafa yayılması ile kendine yer buldu ki bu ismin Avrupa dünyasına girişi Geber ismi altında oldu ve bir çok Avrupalı simyacının kullandığı bir isim oldu.

Ayrıca Rönesans'la birlikte Yunan felsefesinin tekrar dirilişinden sonra Bizans simyasının yeni bir dalgası batıya ulaştı. Bu Hermesciliğin incelenmesini ve eski değerlerin yeniden popüler olmasına yol açtı. 16 ve 17 yy.'lar bu konularda bir çok eserin basıldığı zamanlardır. Gerilemesi ise tek taraflı rasyonalist bilimsel gelişme ve Hıristiyan mistizminin teolojiye kartel olması ile açıklanabilir. Ancak bu noktada metafizik arka planı eksik olan bu dogmalardan kaçan kişilerin başvurduğu alan yine simya olmuştur. Bu kişilerin başında Jakob Boehme, Paracelsus, Francis Bacon, Meister Eckhart ve George Gichtel sayılabilir.


Simyanın Doğası

Bir bilim ve sanat olarak simya, asli olarak yasası okunmuş doğanın onunla işbirliğinden geçen bir yoldur. Onun yaptığını simya vasıtası ile insan bir 'sıçrama' ile yapar ki bu da insanın doğadaki görevi hakkında bize bir bilgi verir. "simya üstatları tarafından bir sanat -hatta kral sanat (ars regia)- olarak adlandırıldı ve baz metalleri altın ve gümüş gibi soy metallere dönüştürmesi imajıyla birlikte, söz konusu dahili sürecin oldukça hatırlatıcı bir sembolü olarak hizmet etti."(4)

Burada metallerle simyacı arasındaki derin ilişkiden önce kişinin kendi iç yasasını elde etme yolundan bahsedilmelidir. Ortaçağ Avrupa'sında 'kömür yakıcıları' denen bir gruptan bahsedilir. Bu kişiler simyanın içsel dönüşümünden çok altın elde etme işine enerji harcamışlardır. "Ahlaki eşik, sadece altın yüzünden simya sanatının peşinden koşmak ayartmasıdır( meyvesi için yapılan eylem). Simyacılar işlerinin en büyük engelinin açgözlülük olduğunda ısrar ederler. 'aşk yolu' için kibir neyse ve "bilgi yolu" için kendini aldatma neyse, onların sanatı için de en büyük günah o dur. Buradaki açgözlülüğün diğer bir adı basitçe egoizmdir"(5). Simyanın öğrenilmesi tamamen maneviyat öğretisinden geçiyordu yanlış kişilere öğretilmemesi, istikrar ve sabır denemeleri ile çözümleniyor liyakat ilk planda tutuluyordu. "Filozof taşı (onunla baz metaller altına çevrilir), ona sahip olan kişiye uzun ömür ve hastalıktan kurtuluş ihsan eder ve onun gücünde, en kudretli fatihlerin sahip olduğundan daha fazla altın ve gümüş getirmek vardır. Buna ilaveten, bu hazine bu hayattaki diğer bütün hazinelerin üzerinde bir avantaja sahiptir, yani ona sahip olan kişi tamamen mutlu olacaktır ve onu kaybetme korkusu ona asla ilişmeyecektir".(6) Kaybedilmeyen taşlardan ve öğretilerden bahsedilmesi zamansız kısmı için bir referans oluşturmaktadır. "Kişinin onu öğrenmemiş olduğu durumda her şeyden önce şunun anlaşılmasını isterim; bu ilahi felsefe insani gücü fazlasıyla aşar; onu kitaplardan elde etmek bir yana, Tanrı onu kutsal ruhu ile kalplerimizin içimize sunmadıkça veya yaşayan bir kişinin ağzından bize öğretmedikçe elde edemeyiz."(7)

 

İç Altın

"Özellikle soy metallerin, katışık maden filizlerinden, cıva ve antimon gibi çözücü ve saflaştırıcı aracılar vasıtası ile ve ateşle birlikte çıkarılması, kaçınılmaz olarak tabiatın karanlık ve kaotik güçlerinin mukavemetine karşı icra edilir, tıpkı değişmez saflık ve parlaklıklarında 'dahili gümüş' ve 'dahili altın' elde edilmesinin nefsin bütün karanlık ve akıldışı dürtülerinin fethini istemesi gibi".(8) Bunun için simyacı filozof taşını kullanır. Tutkular ve alışkanlıklarla engellenen kaotik ve opak cisimsel bilinç, baz metaldir. Onun içinde spirit ve ruh, batmış, kararmış ve toprakla karışmış gibi görünür. Öte yandan aydınlanmış cisimsel bilincin(soy metal) kendisi, varoluşun manevi bir biçimidir. Simyacılar, ruh önce baz metalden çıkarılmalıdır derler(değerli olan ve değersiz olan ayrıştırılmalı). Geri kalan cisim saflaştırılmalı ve külden başka bir şey kalmayıncaya kadar yakılmalıdır(bir torbaya koyup çekiçle vurulmalı). Sonra ruh onunla yeniden birleştirilmelidir. Bu basitçe Paracelsus'un 'böl ve birleştir'idir. Solve et cougula ya tekabül eder yunanca spao ve ageiro kelimelerinden gelir.

Bir dönemin sanat ve bilime bu noktadan baktık. Burada dikkati çeken çoğul görüntüler arkasındaki ilkesel yolun takibidir bunu daha geniş bir şekilde Rönesans'a özgü o, ortaçağın karanlığından çıkan bilim ve sanatta görebiliriz.


Ortaçağdan Çıkış, Yeni Bir Döneme Doğru

Rönesans'ı doğuran fiziksel koşullardan bazıları, kilisenin tek taraflı dinsel dogması ve fanatizmi, Amerikanın keşfi ve haçlı seferlerinin sonuçlarına bağlı olan doğudaki bilgeliğin ve teknolojinin batıya gelmesiydi 

Sanat koruyucularının ün tutkusu bu dönem sanatçıları için büyük bir fırsat oldu. "İtalya'da saygınlık ve üne kavuşmak isteyen birçok küçük saray vardı. Şahane yapıtlar yükseltmek, çok güzel gömütler veya büyük fresko dizileri sipariş etmek, ünlü bir kilisenin büyük sunak masasına bir resim adamak kişinin adını sonsuzluğa kavuşturması ve yeryüzündeki şu yaşamına layık anıta sahip olması için kesin araçlar sayılıyordu. Birçok kent, ünlü ustaların hizmetini elde etme yarışına girdikleri için de, sanatçılar koşulları ileri sürme durumuna geldiler. Önceleri prens, sanatçıya lütuf bahşederdi. Şimdi neredeyse taraflar tersyüz olmuştu. Sanatçı artık özgürdü." (9)

 

Ortaçağ Üslubu ve Rönesans Üslubunun İncelenmesi

Rönesans dönemine yaklaşıldıkça eserlerde bir antiğe dönüş yaşanmakta ancak bu ilk dönemlerde bir üslup sentezi görülmekteydi. Gotik mimarinin heybeti ve yeni dönemin eskiye özelliklede Roma mimarisine bir eğilim. Floransalı mimar Leon Battista Alberti' nin(1404-1472) tasarladığı, önyüzü Roma tarzı dev bir zafer kemeri gibi... Gotik tarzlı dev katedrallerden farklı olarak girişi destekleyen ön cepheden kabartılarak çıkarılmış dört sütun, üst tarafta üçgen bir partenon ve geniş bir giriş kapısını destekleyen iki yan kapı dikkati çekmektedir. Ancak bu geçiş döneminde dörtgen ve dik formlar terk edilmemiş iki dönemin bir uyumlulaştırılması yaşanmıştır. 

Ortaçağın resim, ikonografi ve fresk çoğunlukla altın yada başka bir renkteki zemin üzerine olayın ya da kişinin resmedilmesiydi. Rönesans sanatında ise arka plan olarak bir doğa manzarası kullanmak yaygındı. Evren,insan ve kilise merkezci, mekanik ve statik doğa anlayışı bir yana doğal olanın hareketi başlıyordu.

Gotik katedrallerinin önemli özellikleri arasında dev ve sivri kuleler, geniş iç mekanlar ki dikey form olarak anılan bu tarzda tavan yükseklikleri daha da artmaktaydı, oransal olarak küçük kapılar ve son olarak da İngiliz gotiğinde daha da açık bir şekilde görülen süslemelerdeki aşırılık. Bu aşırılığın ve temel olarak gotik üslubun doğmasındaki bir ana sebep olarak papalık ve krallık arasındaki çekişmeyi sunarsak sanırım bu üsluptaki ihtişam ve devsel ölçeklerin nedeni belli olur. Gotik eserler İtalyanlar arasında "barbar sanatı" olarak isimlendirilmiştir. İdeal uyum ve güzelliğe ulaşmada kuzey Avrupa sanatından daha fazla kaygı duyan İtalyan sanatında ise Platon, Plotinus ve diğer antik filozof ve bilgelerin estetik güzellik ve ahenk fikirlerini görmek mümkündür. Platon 'a göre aşk, müzik, şiir ve güzellik ruhu uyuma sokmadaki temel unsurlardır ki bu öğeleri Rönesans'ta ve takip eden dönemde görülebilir. Bu dönemde kiliseye endeksli müzik anlayışı yerini klasik müziğin doğuşuna bırakmaktadır. Bu klasik akımı Rönesans, barok ve romantik dönemler takip etmektedir. 

Dönemin önemli özelliklerinden biri de sanat din ve bilimin bir potada birleştirilmeye çalışılmasıydı. Doğa gözlemlerinin önem kazanması, matematik, geometri ve altın oran kullanımının artması, anatomi çalışmaları, perspektifin önem kazanması, resimlerin ve heykellerin canlanacakmış gibi durması, ki bu Roma ve Yunan resim ve heykellerinin bir özelliğiydi,bilimsel gelişmenin nasıl sanatla tekrar buluştuğu hakkında bir bilgi vermektedir. "Doğayla bir yarış vardı",sanatçılar onu en iyi bir biçimde taklit etmek istiyorlardı, doğa gözlemlerindeki kesinlik ...... kısaca doğaya bir dönüş vardı.

Sanatçı, "eski Yunan düzenlerinin kurallarını, sütunların, Dor, İyon ve Kronit sarakların oran ve ölçütlerini bilmek zorundaydı. Bilge ustalar tapınak ve zafer kemerleri yapmaya can atıyordu."(10) Antik dönemin mimari,heykel, şekil, biçim, öğe ve oranları dönem içinde öylesine revaçta oldu ki "papa 2. Giulio'nun söylenceye bakılırsa Aziz Petrus'un gömülü olduğu yerde kurulmuş Saint Pietro bazilikasını 1506'da yıktırıp, kilise mimarisinin yüzyıllık gelenek ve işlevine meydan okurcasına yeniden yaptırmaya karar verişini ancak bu şekilde açıklayabiliriz."(10) Yapılan eser ki sanatçı Donato Bramante buna 'tapınakçık' adını vermiştir, klasik gotik üsluptan çok farklı olarak dairesel bir form ve etrafında sütunlarla bezemiştir, antik tapınaklara çok benzemekteydi. Bramante ayrıca, bu tapınağın etrafına da aynı üslupta bir manastır inşa etmiştir. "Bramante , bu tür kiliselerin; inançlıların, ayinin yapıldığı büyük sunak masasına doğru bakarak doğu doğrultusuna yöneldikleri dörtgen bir salon olmasını öngören, yüzyılların batı geleneğiyle bağları kesinlikle koparmaya kararlıydı."(10)

Leonardo otuzdan fazla kadavra keserek insan vücudunun gizlerine girmeye çalıştı. Ana karnındaki dölütün büyümesindeki gizin serüvenine ilk atılanlardan biri oldu. Dalgaların ve akımların yasasını inceledi. Uçan makinelerine örnek teşkil etmesi için böcekleri ve uçan canlıları gözlemledi. O dönem için radikal sayılabilecek bazı fikirleri ve eserleri ifşa etti bazılarını ise sakladı. Yayımlamadığı ve belki de temkinli olmak istediğinden söz etmediği şu satır göze çarpar: Güneş dönmüyor.

 

Dönemin Sanat ve Bilim Anlayışının Simya ile Bağlantısı

Antik dünya için bile arketip olan arkaik simya döneme klasizm olarak adını verdi. Sanatçı bilim adamı ve filozoflar için temel malzeme haline gelmişti, hatta Hıristiyan din adamlarının doğal eğilimlerinin arka planını yine simya oluşturmuştu. Özellikle meslek örgütleri ve şövalyelik sistemlerinde kendini gösteren öğreti templiyerler, masonlar, güllü haçlıların ve hatta günümüz eklektik ve ezoterik örgütlenmelerinin kökenini oluşturmuştur. Özellikle okuyucu için aydınlatıcı bulduğum klasik simya atölyesi manzarası dikkati çekmek istiyorum. Bunun hem klasik bir atölyenin usta ve çırağı arasındaki ilişkisini hem de bu ilişkinin inisiyatik ve meslek örgütlerindeki aynılığının kökeninin yine Hermetik geleneğe dayandığının görülmesi adına veriyorum. " babamın bir işareti üzerine iki çırak, demir ocağının her iki yanında bulunan ve kil borular vasıtasıyla ona bağlanan koyun derisi körükle çalışmaya başladılar... ocaktaki alevler yükseldi ve canlı ve kötü bir cin olarak hayata dönmüş gibi göründü. "Babam daha sonra, eritme kabını uzun maşasıyla kavradı ve onu alevlerin üzerine yerleştirdi.

"Birdenbire demirci atölyesindeki diğer bütün işler durdu, çünkü altının eritilmekte olduğu süre boyunca ve soğurken onun çevresinde bakır ya da alüminyumla çalışmak,-bu baz metallerin eritme kabına atılması gerektiğinde bile- unutulur. Sadece demirle çalışmaya devam edilebilir. Fakat bunlar demirle ilgili bir görev üstlenmişlerse bile, ocağın etrafında toplanmış çıraklara katılmak için, genellikle onu çabucak tamamlarlar veya bir kenara bırakırlar...

"Babam hareketlerinin etrafında toplaşan çıraklar tarafından engellendiğini hissettiği zaman sessizce onlara geride durmalarını işaret ederdi. Ne o ne de bir başkası bir kelime dahi söylemezdi. Hiç kimse konuşmaya cüret etmezdi, ozan bile sessizdi. Sükunet sadece körüğün hışırdaması ve altının alçaktan tıslamasıyla bozuldu. Fakat babam bir kelime dahi söylemediği halde, içinden konuştuğunu biliyordum; altın ve odun kömürünü bir çubukla karıştırırken sessizce hareket eden dudaklarından bunu görebiliyordum.

"İçinden neler söylüyor olabilirdi? Kesin olarak bu asla bana anlatılmadı. Ancak bir çağrıdan başka ne olabilirdi ki,? ateşin ve altının ruhunu, ateşin ve rüzgarın- körükten esen rüzgar, rüzgarın doğurduğu ateş ve ateşle evlenen altının- ruhunu çağırmadı mı? Şüphesiz onların yardımını celbetti ve arkadaşlıklarını niyaz etti; şüphesiz en önemlileri arasında olan ve yardımları eritme için zorunlu olan bu ruhları çağırdı.

"Gözlerimin önünde vuku bulan işlem, harici olarak sadece altının eritilmesiydi. Bunun dışında daha çok şeyler vardı: ruhların kolaylaştırdığı veya engel olduğu büyüsel bir işlem."(11)


Dönemin Sonucu 

Dönem, yüzünü döndüğü antik dünyadan bu bilimsel ve sanatsal unsurların önem kazanıp rasyonel ve bölünmüş bir şekilde incelenmek istenmesi eğilimi ile son bulmuştur. Dinden uzaklaşma ve doğa ve insani bilimler diye adlandırılan şey salt beşeri, algıların bilgisine dönüştü. Saklı gerçeklikler çocuksu bir heves ve bilimin ve tekniğin gelişmesi ile unutulmaya başlandı. Hafıza yitirildi, simgeler ve imgeler yerini fanteziye bıraktı. Artık nasıl olduğu değil ne kadar olduğu sorusu arayışları kamçıladı. Amerikanın keşfinden sonra doğan büyük fantezi dünyasını doğu ve batıya açılan büyük ticaret kapıları doyurdu. Artık en büyük gereksinim doğudan ve batıdan gelen teknolojinin zihinlere verdiği durgunluğu bir kenara bırakıp bunların ne amaçla kullanılacağının belirlenmesiydi. Seçim güç, iktidar ve sömürü oyununa dönüşmüştü. 

15/03/200



NOTLAR:

1- Lucien, De la Danse,LIX 
2- O. Spann, Religions philosophie, s.44
3- J. Evola, Modern Dünyaya Başkaldırı, s.170
4- T. Bruckhardt, Astroloji ve Simya, s.29
5- A.G.E, s.37
6- G.Salmon, bibliothéque des philosophes chimiques, Paris 1741
7- Denis Zachaire 16.yy Fransız simyacısı 
8- T. Bruckhardt, Astroloji ve Simya, s.19
9- E. H. Gombrich, Sanatın Öyküsü, s.218
10-A.G.E, s.219
11- T. Bruckhardt, Astroloji ve Simya, s,19

KAYNAKLAR:

· Fernand Schwarz,Kadim Bilgeliğin Yeniden Keşfi, İnsan Yayınları
· T. Bruckhardt, Astroloji ve Simya, Verka Yayınları
· E. H. Gombrich, Sanatın Öyküsü, Remzi Kitabevi
· J. Evola, Modern Dünyaya Başkaldırı 
· J. Evola, Tradizione Ermetica
· Dr.Hüseyin Yurtsever,Uygulamalı Estetik
· P. Tompkins/ Christopher Bird, Bitkilerin Gizli Yaşamı, Sungur Yayınları,
· Jacob Bruckhardt, İtalya'da Rönesans Kültürü, M.E.B. Yayınları
· Eflatun, Şölen, Remzi Kitabevi
· Plotinus, Enneadlar, Gündoğan Yayıncılık

[Ana Sayfa ][Yazılar