Majinin Prensipleri 1: Giriş ve Disiplin İlkesi

 Yazan Andrea Dandolo

 Çeviren İsmail Akgöz - Translation Copyright © 2021 hermetics.org
 

Giordano Bruno ve Hafıza Sanatı hakkında bazı makaleler yayınlamamdan sonra, birçok kişi Maji hakkında ek izah istedi. Bu nedir? Majiden kastım ne? Böyle şeyleri nereden öğrendim? Karışık birçok soru vardı, ancak bazı sorular aynı zamanda hem eski hem de günümüze dek kaybolmamış bir konu hakkında daha fazla bilgi edinme merakıyla sorulmuştu.

Bana gönderilen türlü türlü soruya yanıt vermek için bu konuda bir yazı serisi yazma kararı aldım. Bu sorular ise aslında benzersiz ve temel bir soruda birleştirilebilir: "Maji nedir?"

O zaman, 2001: Bir Uzay Destanı adlı romanın yazarı Sir Arthur C. Clarke'ın bir alıntısıyla başlamak istiyorum :

"Yeterince gelişmiş herhangi bir teknoloji büyüden ayırt edilemez."

“Büyünün Yapısı”na atfedilmiş bir yazı dizisine başlamak için bu alıntıdan daha iyi bir yol var mı?

Mizah niyetiyle yazılmış olsa bile, bu alıntı tartışılmaz bir gerçeği ortaya koymaktadır: Maji, bilgiden başka bir şey değildir. Onu kontrol edebilen, onu kullanabilir. Ona sahip olmayan ise ondan korkar. Günümüzde buna "teknoloji" bile diyebiliriz.

Sahiden de, biraz düşünecek olursak, önümüzdeki bilgisayar ekranında beliren sembolleri masanın üzerindeki fare ile gezdirirken büyü yapmış olmaz mıyız? Bu biraz rahatsız edici ve aynı zamanda şaşırtıcı bir şeydir, özellikle de bilgisayarın işleyişi hakkında hiçbir şey bilmiyorsak. Benzer şekilde, cep telefonlarının ve daha sonra akıllı telefonların ve iphone'ların ortaya çıkışı bizi şaşırttı - gerçek bir büyü.

300 veya 400 yıl öncesine geri dönebildiğimizi ve gece boyu bir el feneriyle yürüseyik ne olacağını hayal edin. İnsanlar bunu büyük büyücüler veya yarı tanrılar tarafından yapılan bir tür Büyü olarak görmez miydi? Basit bir saat bile geçmişin birçok döneminde büyücülüğün mutlak bir kanıtı olarak kabul edilirdi.

Yani, Maji budur: Doğa Kanunlarının incelenmesiyle doğa fenomenlerine müdahale etmeyi amaçlayan bir öğrenme yöntemidir. Ne daha fazla, ne de daha az. Bulabildiğim en basit ve anlaşılır tanım budur.

Bugün elektrik veya nükleer enerji kullanabilmeyi, ateşi ve suyu kontrol edebilmeyi, uçabilmeyi veya saatte 250 kilometre hızla gidebilmeyi oldukça normal bir şey olarak görüyoruz. Bilimin yeni sınırları bize er ya da geç ışınlanma yapabileceğimizi, görünmez olabileceğimizi ya da bugün “imkansız” olarak kabul edilen diğer çabaları yapabileceğimizi gösteriyor.

Maji

Yunanca'daki Μαγεία (bilim, bilgelik) "magic" isminin etimolojisi, eski İran'daki Zerdüşt rahipler için kullanılan "magi" (Μάγοι) kelimesinden türemiştir. Bu kişiler astronomi ve astrolojide uzman, ayrıca Keldanilerin matematik kültürüne sahip kimselerdi. Şunu açığa kavuşturmalıyım, astronomi ve astroloji arasındaki ayrım 14.yüzyıldan sonra ortaya çıktı. Bundan önce, göksel fenomenlerin incelenmesi hem matematiksel hem de insani yönden benzersiz bir bilim dalıydı.

Eski Ahit'te Yeremya Kitabı'nda ( 39:3 ve 39:13), Daniel Kitabı'nda (2:2) ve Yeşaya Kitabı'nda (60:3) “magi”den sıklıkla bahsedilir. Bu isim Mezmurlar Kitabında da mevcuttur (70:9-11 ve 68:30). Yeni Ahit'te, Magi'nin Beytüllahim'e yolculuğundan bahseden tek metin, dört kanonik metnin en eskisi olan Matta İncili'dir (2:1-12).

Eliphas Levi, Büyü Tarihi adlı kitabında şöyle yazar: "Gerçek Zerdüşt'ün öğretileri, saf Kabalizm'inkilerle aynıdır ve onun tanrısallık anlayışları, Kilise babalarınınkinden hiçbir şekilde farklı değildir. Değişen sadece isimlerdir; örneğin, Zerdüşt'ün üçlüsü, Hristiyan öğretisinin Üçlemesi'dir ve bu Üçlü'nün her bir biriminde azalma veya bölünme Üçlemesi var olduğunu varsaydığında, ilahiyatçılarımız tarafından İlahi Varlıkların Üçlü Birliği olarak anlaşılan şeyi başka bir tarzda ifade etmektedir. Zoroaster, Triad'ı kendisiyle çarparken, 9 sayısının mutlak nedenine ve tüm sayıların ve biçimlerin evrensel anahtarına ulaşır. Ama bizim üç İlahi Varlık olarak adlandırdığımız şeylere Zerdüşt tarafından üç derinlik denir. İlki veya Baba'nınki, inancın kaynağıdır; ikincisi, Söz'e ait olan, hakikat kuyusudur; üçüncü ya da yaratıcı eylem ise aşkın haznesidir. […] Zerdüşt, göksel hiyerarşiyi ve Doğanın tüm uyumlarını dokuz derecelik ölçeğinde belirlemiştir. İdeadan çıkan her şeyi triad ile ve forma ait olan her şeyi tetrad ile açıklar ve böylece yaratılışın sembolü olarak 7 sayısına ulaşır…"

Eski zamanlarda, bugün Nobel Ödülü sahibine veya prestijli bir üniversitenin seçkin bir doktoruna saygı duyulduğu gibi Magus'a ve onun bilimine derin saygı duyulmuştu. Magi ünlüydü ve genellikle kraliyet mahkemelerinin danışmanları olarak iyi mükafatlandırılmıştılar. Tabii ki, bu tür kişilerden bilgileri sebebiyle çok korkuluyordu, tıpkı günümüzde bir veritabanı sistemini kırabilen bir bilgisayar korsanından korkulduğu gibi.

Mesele her zaman Bilmede yatar: Ona sahip olan kişi değerli bir müttefik veya tehlikeli bir düşman olabilir.

Ancak bu yazıda Maji uygulamasını keşfetmek istemiyorum (Daha sonraki bir yazımda bu konu hakkında konuşacağım), bunun yerine olabildiğince en iyi şekilde, esasında Maji'nin ne olduğunu açıklığa kavuşturmak istiyorum. Aynı şekilde bunun hakkında tarihsel bir vizyon vermek veya Süleyman, Abramelin, Paracelsus, Cagliostro, St. Germain, Jon Dee, Eliphas Levi ve diğerleri gibi ünlü Magi'nin çalışmalarını derinleştirmek de istemiyorum. Bu yazı serisinin amacı için gereksizdir.

Peki, tam olarak, “Maji” terimini kullandığımızda neyi kastediyoruz?

Yine yaşanabilecek bir örnekle izah etmeyi deneyelim: Diyelim ki okuyucuların çoğu muhtemelen gotik bir katedrali ziyaret etmiştir - Eğer henüz ziyaret etmemiş biri varsa şiddetle ziyaret etmesini öneririm. Bu yere girdikten sonra, bakışların hemen yukarı çekildiğini muhtemelen fark etmişsinizdir.

Böylesine bir algı, böylesine bir "yukarı çekilme" deneyim, sizin "kutsal bir yeri" ziyaret ettiğinizden ya da özellikle dini eğitimle ilgili koşullanmalardan sebep değildir. Bu tür yapının doğasında varolan sayısız mimari bilgiden sebeptir.

Gotik bir katedralde zemin kademeli olarak yukarı doğru yönelir. Esas olarak, giriş yolundan tapınağın merkezine kadar zemin hafifçe yukarı doğru inşa edilmiştir. Ayrıca, sütunlar tamamen düz değildir, ancak Oktav Yasasını yansıtacak şekilde merkeze doğru yaklaşma eğilimindedir. Apsis belirli bir şekilde inşa edilmiştir ve ışık yapının alanında baskındır: Biçimlere canlılık verir ve bir ölçü verir. Özünde bu Kutsalın aydınlık doğasına yönelik sembolik bir anlam taşır.

Ayrıca, yapının orantıları ne amaçsızdır, ne de estetik ihtiyaçlar ya da göz alıcı etkilerce belirlenmiş değildir.Bu binalardaki oranlar, bilim gibi sanatın bir vizyonundan, evrenin temelinde yatan geometrik ilişkilerin araştırılmasından gelir ve ilahi tezahürün biçimini oluşturur. Aynı oranlar, armoniklerin rastgele olmadığı, ancak göksel armonilerin yansımaları olduğu müzikte de görülebilir.

Sahiden de, ilk gotik binalar, örneğin bölmenin (mimari bir unsur) boyutları arasındaki uyuma veya transept ile ilgili olarak, müzikal aralıklara - oktav, dördüncü ve mükemmel beşinci - benzer sayısal ilişkilerde inşa edilmişti. Bu sayede, kutsal yapı tam anlamıyla aynı evrensel armonilerle rezonansa girer. Ve bu uyum, mükemmel simetrilerin değil, amaca uygun olarak yaratılmış kusurların ürünüdür.

Bu, Gurdjieff'in açıkladığı nesnel sanat örneği gibi, Fulcanelli tarafından izah edilen bir Kutsal Geometri örneğidir.

Bu şekilde ve bu bilgiyle inşa edilen bir yapı, kesin etkiler üreten mükemmel bir “makine” haline gelir. Nitekim gotik bir katedral örneğini kullanarak, bu binaya bir kez girdiğimizde düşünceler seyrekleşir, görüş açımız yukarı çekilir, zaman genişler, ışık yumuşar, boş alanlara özel bir anlam verir, derin bir his uyandırır ki bu bizi dış dünyayı ve yanılsamaları unutmaya yönlendirmek için müthiş bir yoldur.

Gotik bir katedral, bu tür bir duyguyu deneyimlemek için çalışılan binlerce teknik yöntem barındırır. Kaçınılmaz olan şudur ki: Binanın içinde on, on beş, yirmi bir metre yürüdükten sonra yukarı bakarız ve içimizde yükselen bir tür “enerji”, arınma hissi algılarız.

Tüm bu deneyimler, bu katedralleri yapanlar tarafından akıllıca önceden belirlenmiştir ve bunun bu tür binaların dini mekanlar haline gelmesiyle hiçbir ilgisi yoktur.

Gotik katedraller “belirli bir bilime göre” yani Bilgi ile inşa edilmiş yerlerdir.

Leonardo da Vinci, Brunelleschi, Bramante ve gotik katedrallerin diğeri yaratıcıları da dahil olmak üzere pek çok kişi, bildiklerini bir okuldan öğrendi. Onlar evrensel kanunları, kuralları ve ilkeleri öğrendiler ve Maji alanında araştırmacıydılar. Bugün olnsa bu tarz insanları "bilim insanı" olarak tanımlardık.

Yani Maji budur. Bunu doğa kanunlarının incelenmesi yoluyla Doğal fenomenler üzerinde çalışmayı amaçlayan pratik bir eylem olarak tanımlayabiliriz. İçsel bir mükemmelliğe, korunmaya, sağlık ve refaha ulaşma hedefiyle, bir unsurdan diğerine dek uzanan araştırma, deney ve dönüşümlerin bir sonucudur.

Aynı anda hem bilim hem teknoloji.

Bu idrak edilmesi gereken çok önemli bir husustur, çünkü kişisel deneyimimizde bile bilgi olmadan gerçek bir zevke ulaşamayız, sadece içgüdüsel ihtiyaçlarımızın tatminine ulaşırız. Spesifik olarak, mükemmel bir şekilde hayatta kalabiliriz, ancak kelimenin tam anlamıyla “yaşamayız”.

Günlerimizi gözden geçirmeyi deneyelim: Bizi ne motive eden nedir, bizi düzenli iş, geçim kaynağımız, yemek yeme, oyalanma, uyuku gibi şeyler dışında bir şeyler yapmaya iten şey nedir?

İhtiyaçlar ve mekanik gerçekte aynı şeydir: İhtiyaç özdeşleşmeyi üretir ve özdeşleşme neredeyse her zaman “bir şeyi kaybetme” korkusunu, yani “acı çekme” korkusunu temsil eder.

Birinin beklentisini karşılayamamaktan, bir şey yapamamaktan veya bir duyguyu yaşayamamaktan korkarız; başkalarının düşüncesinden, gelecekten, başarısızlıktan, yaşlılıktan korkarız… ve bu tür ıstıraplardan kaçınmak için kendimizi ıstırabın kaynağından uzak tutabilecek her şeyle özdeşleştirir, umutsuzca arzuladığımız huzuru bulmaya çalışırız.

Nafile. Kendimizi, yaşamımızı yönetemiyoruz ve acılar daha da kötüleşiyor.

Ancak aslında, her ne kadar zor ve acı verici olsa da, yine de çekmemiz gereken sürtüşmeyi bilinçli olarak seçmenin bir yolu var.

İnisiye ifadelerinde, buna elimizdeki kaynakları belirli bir bağlamda kullanarak "Daha ileri gitme" sezgisinden doğan bu seçime "gönüllü ıstırap" denir. Bu blogda sık sık “gönüllü ıstırap” kavramından bahsettik. Ancak, bu ifadenin olayların mekanik akışına kendimizi bırakmak ve "karşı akıntıda yüzmeyi" seçmek anlamına gelmediğini hatırlamakta fayda vardır. Gücü topluyoruz ve mekanik yönümüzü disipline etmeye çalışıyoruz.

Disiplin, bize “nasıl yapılacağını” öğreten, harekete geçmemiz gereken süreçtir; Bu fikrimizi yavaş yavaş kristalleştiren ve İrade haline gelen ilkedir. Bu tam olarak majikal dönüşüm sürecine tekabül eden şeydir.

Sorun neredeyse hiç kimsenin hayatında bir amaç veya elde edilebilecek bir sonuç belirleyememiş olmasıdır. Hayatta hedeflerimiz yok, peşinden gideceğimiz bir hedef de belirlemiş değiliz. Başkalarıyla veya kendi kendimize yalnızca kısmi hedefler üzerine konuştuk – bazen masumiyetlerinden, pratik hedefler veya acil ihtiyaçlarla ilgili, ancak bu aynı şey değil.

Hakikatin Arayıcısı olan Magus, nihai amacına ulaşmak için mümkün olan her şeyi yapacak ve meşguliyeti bu amaç için olacaktır. Çalışma ve gönüllü ıstırap burada ortaya çıkar: yani görev üstlenme kararımız, üstesinden geleceğimiz kasti sorunları ortaya çıkarma pratiğimiz

Bu, Magusu gerçekten istediğini yapmaya karar verebileceği bir iradeye sahip oluncaya dek giderek daha fazla kendini kontrol etmeye, daha fazla farkında olmaya zorlar.

Aslında içimizde nesnel bir sınırlama yoktur. İnsan gelişme imkanı ile tasarlanmıştır ve istisnasız hepimiz bunu gerçekleştirmek için gerekli araçlara sahibiz.

Kendimize karşı işleyebileceğimiz tek günah, sınırlı olduğumuzu düşünmektir: Michelangelo, Leonardo da Vinci, Giordano Bruno ve diğer kimselerin yaptığı gibi, yapmak istediğimiz her şeyi yapabiliriz. Suyun üzerinde yürümek gibi imkansız şeyleri mümkün kılabileceğimizi gösterebiliriz. Bu yalnızca kendimiz için belirlediğimiz hedefe bağlıdır.

Bilim, bilgi ve irade araçtır, disiplin bir yöntemdir ve belirli bir sonuca “nasıl erişilebilir” onu öğretir. Ancak burada çocuklara bir şeyler öğretmek için kullanılan klasik disiplini kast etmiyoruz. Öz-disiplin hakkında konuşuyoruz – makine olduğumuzun, dolayısıyla kendi ilüzyonlarımıza “hapsedilmiş” olduğumuzun farkına varmamızın bir sonucunda kendiliğinden ortaya çıkan şeyden. Disiplin, böyle bir tutsaklık halini fark etmemizi sağlayan araçtır.

Mürit (disiplini uygulayan), zaten hedefe ulaşmış olan ve “bu hapishaneden nasıl kurtulacağını” tam olarak gösterebilecek kişiyi tanımayı, takdir etmeyi ve sonra sevmeyi öğrenecektir.

 

[Ana Sayfa ][Yazılar