Avalon ve Atlantis

Yazan Dion Fortune

Çev. Edanur Gündüz

 

Romalılar Britanya’ya geldiklerinde sık ormanların içinde kazıktan setlerle çevrili köylerde yaşayan vahşi kabileler bulmuşlardı. Köylerin arasında bataklıklardan geçen tehlikeli patikalar dışında başka yol yoktu. Yine de Britanya’daki ilk yolları yapanlar Romalılar değildi. Yaylaların üzerinde, Romalılar Tin Adaları(1) fethetmeden asırlar önce unutulmuş ve toz haline gelmiş eski bir uygarlığın yolları uzanıyordu.

Roma kalıntıları bizim için ne ise, onlar için de bu antik izler öyleydi. İşaretli ufak çayırların ağaçlara meydan okuduğu her yerde, geniş ölçekte antik ve organize bir uygarlığın izleri bulunuyordu. Yolları, bekçi kulübeleri, sığ göletleri vardı; hepsinden harika olan şey ise, köylülerin bugüne dek Sarsen Taşları(2) olarak adlandırdığı devasa Dikilitaşları idi. Etimologlar bize Sarsen kelimesinin Saracen veya yabancı (stranger) kelimesinin bozulmuş hali olduğunu söylüyorlar. Büyük taşları diken ‘yabancılar’ kimdi?

Tarih bize bir bilgi veremez, çünkü tarihi kayıtlar uygarlığımızın şafağının ötesine geçmiyor. Ancak o şafaktan önce başka bir medeniyetin alacakaranlığı yaşanıyordu. Tarih bunu görmezden gelebilir, halk anlatıları durmadan aynı şeyler etrafında dönüyor olabilir; ancak izler kalır. Yaylalardaki büyük taşlar ve patikalar boyunca kıvrılan yeşil yollar, çoktan uykuya dalmış eski bir insanlığın eserlerine tanıklık ediyor. Tanrıların insanlarla birlikte yürüdüğü ve onlara uygarlık sanatlarını öğrettiği bir Altın Çağ'dan söz eden ve halk anlatılarından daha eski olan rivayetler var. Ancak bu tanrıların kendileri bile yaratılan şeylerin ilki değillerdi; onların da öncülleri vardı – bunlar yendikleri ve krallıklarını kasıp kavurdukları devlerdi. Bu en eski ve korkunç olanlar, kayaların tanrıları, yaratılan varlıkların ilkiydi.

Her yerde eski bir ırkın bu öyküsünü, çağların şafağının loş alacakaranlığında tanrıları yaratan tanrıların bu efsanesini bulabiliriz.

Ama ona eşlik eden başka bir hikaye daha var - boğulmuş bir ülkenin ve kayıp bir medeniyetin hikayesi. Kaldea'nın kadim tradisyonunda bu var ve bizim Kelt geleneğimizin şarkıları da bununla dolu. Bizim için orası, karanlık Merlin figürünün efsanenin sisleri arasında dolaştığı – ki bu onun gücünü ve bilgeliğini anlatan şarkıları yazanları bile şaşırtan bir figürdür - Cornwall'ın fırtınalı kıyılarının ötesindeki Atlantik'te çınlayan kilise çanlarının duyulduğu kayıp Lyonesse(3) ülkesidir. Onlar Merlin’in nereden geldiğini ve ne olduğunu bilmiyorlardı.

Merlin iki çocuğun koruyucusu ve öğretmeniydi; bunlar Britanya Kralı Arthur Pendragon, ve bazen Gölün Hanımı ile özdeşleştirilen bazen de Arthur’un üvey kız kardeşi olarak bilinen ada efsanemizin karanlık Lilith'i Morgan Ie Fay idi. Derin bilgeliği ile Merlin ve eğittiği bu iki çocuk, ölümsüz peri kızı ve büyücünün insan yasasını hiçe sayarak kendi gizli bilimine göre yetiştirdiği Arthur, kimdi?

Bu hikayelerde asla aydınlatılmamış ve hiçbir zaman bir araya getirilmemiş birçok işaret var. Bu eski masalların önemini ortaya çıkaracak ve içlerindeki bilgiyi doğrulayacak bir ipucu var mı, yoksa onları Britanya kabilelerinin yaktıkları ateşlerin etrafındaki uzun saatler süren karanlığı geçirmek için kurdukları boş hayaller olarak bir kenara mı atacağız? Masalları belki bir kenara bırakabiliriz ama yaylalardaki büyük taşları ya da aralarındaki eski yolları göz ardı edemeyiz.

İşte o halde, ırkımızın alacakaranlığının bu eski günleri hakkında oluşturulmuş peri fantezilerine eklenecek başka bir hikaye daha var.

Kendileri de çok çok eski bir geleneğin mirasçıları olan Mısırlı rahipler, Platon'a, soylarının dayandığı daha da eski bir uygarlıktan bahsetmişti. Ona batıda Atlantik suları tarafından yutulmuş kayıp bir adadan söz ettiler. Eskiler bu ifadeleri sorgusuz sualsiz kabul etmişlerdi; şüphe duymak ve en nihayetinde de bunları mitler olarak varsayıp reddetmek sonraki çağlarda olan bir şeydi.

Ancak nihai olarak mı reddedildiler? Atlantik’in efsanevi kayıp kıtasını tarihöncesinin pek çok sorununa bir çözüm önerisi olarak görme eğiliminde olan ve giderek artan bir görüş kitlesi var. Delillerin dayandığı veriler ve bunlardan çıkarılan sonuçlar birçok kitapta bulunabilir, konumuzla ilgili olmadıkları için burada onlara giremeyeceğim. Yine de onlar, "İngiltere'deki en kutsal yer"de gömülü olan efsanenin parçalarını bir araya getirdiğim örüntüde tamamen haksız olmadığımı gösteriyorlar.

Halihazırda var olan sayısız spekülasyon grubuna bir yenisini daha eklemek için benim teorim nedir? Bir hikaye anlatacaksak, çocukların da dediği gibi en baştan başlayalım; Kayıp Atlantis hikayesinden biraz söz edelim ve bunun kendi adamızın bir tradisyonu olan Merlin, Arthur ve boğulmuş diyar Lyonesse ile bir ilgisi olup olmadığına bakalım.

Atlantik'in merkezinden şimdi Orta Amerika diye adlandırdığımız yere doğru uzanan, gizli geleneğe göre, üzerinde Lemuryalılardan(4) sonra ve bizimkinden önce gelen Kök Irk'ın yaşadığı büyük bir kıta vardı. O zamanlar insanlar arasında yaşayan tanrıların yardımıyla kurulan büyük bir uygarlıktı, tüm ırklardaki halk anlatılarının hakkında bir tradisyona sahip olduğu harika Altın Kapılar Şehri orada inşa edilmişti. Bu şehir, bize söylenene göre, bu kadim ülkenin deniz kıyısındaki sönmüş bir volkanın eteğine kuruluydu. Arkasında, denizden uzaktaki sıra dağlara kadar uzanan bir ova vardı. Bu, kesik bir koni şeklinde izole edilmiş piramit gibi bir tepeydi ve içeri doğru olan tarafı bir uçuruma doğru kıvrılıyordu. Aşağısında, yük taşıyan işçilerin yaşadığı saz kulübelerden oluşan geniş bir alan bulunuyordu. Dağın eteğinde tüccar ve zanaatkarlar sınıfı oturuyordu. Düzlüğünde ise asker ve rahip sınıfı olarak ikiye ayrılan kutsal zümrenin sarayları ve okulları vardı.

Bu kutsal zümre, nüfusun geri kalanından çok büyük bir özenle ayrılmıştı ve bu kişilerin üremesi rahiplerin gözetimi altında gerçekleştiriliyordu. Bu zümrenin erkek çocukları eğilimlerini belli edecek yaşa gelir gelmez, uygun görülenler rahipliğe hazırlanmak üzere kutsal okullara alınır, bu disipline uygun olmayanlar ise ordu için eğitilmek üzere askeri okullara gönderilirdi. Kutsal soyun genç kızları ise müthiş bir dikkatle korunurdu, soylarına ve huylarına göre askerler ya da rahiplerle evlendirilirlerdi. Böylece kutsal zümrenin mirası saf kaldı, ve kadim insanların çok saygı duyduğu ancak bizim çok fazla anlamadığımız zihnin o ender güçlerinin gelişimi için özenle seçilmiş bir soy türedi. Bu güçler Yunanlıların ve Mısırlıların modern astronominin temellerini, kimyanın atom teorisini ve organik maddenin hücresel yapısını, modern bilimin gelişmesi için beklemek zorunda kaldığı araçlardan herhangi birinin yardımı olmadan keşfetmelerini sağlayan güçlerdi.

Eski anlatılar bize Atlantislilerin Karadeniz'den Pasifik'e uzanan ticarette büyük denizciler olduğunu söylüyor; aynı zamanda büyük sömürgecilerdi ve kolonilerini kurdukları her yere rahiplerini ve sunaklarını da götürdüler. Güneş’e tapıyorlardı; mermer ve bazalttan büyük yassı taşlarla döşeli, dairesel açık alan tapınaklarında Tanrı’ya ve Hayat Veren'e tapıyorlardı. Kendileri dev boydaydılar ve filizlenen

tohumlardaki gizli gücü itici bir güç olarak kullanma bilgisine sahiptiler. Mimarileri kiklop tipindeydi - hiçbir ilkel insanın kaldıramayacağı büyük yontma taş bloklar kullanıyorlardı. Şimdi bu hikayeyle bağlantılı olarak kendi Avalon’umuza bakalım. Merlin efsaneleri ve Lyonesse'in boğulmuş toprakları aracılığı ile Kayıp Atlantis'in tarihine dokunma ihtimalimiz var mı? Platon'un bize söylediğine göre Atlantisliler büyük denizciler ve sömürgecilerdi. Altında yatan pagan hikayeleriyle Avalon'un aslen bir Atlantis kolonisi olma olasılığı var mı? Bir inisiye rahip olarak Merlin’in Atlantisli olması mümkün mü, ve Arthur’un doğumuna başkanlık ederken aslında bilgelik için yetiştirilen kralların geleneklerini mi yerine getiriyordu? Merlin, gelişmiş Atlantis ırkının yüksek bilincini kolonileştirilmiş adanın Kelt kabilelerine vermek için, kutsal zümrenin katı yasalarına meydan okuyarak ve kendi amaçlarının peşinde koşarak Atlantis soyuna Keltleri dahil edip Arthur’un doğumuna sebep mi oldu? Ve adı Keltçe deniz kelimesinden türeyen, tüm bilimlerde beceriye sahip cadı kadın Arthur'un üvey kız kardeşi Morgan le Fay, safkan bir Atlantisli, deniz insanlarının Britanya doğumlu kızı mıydı?

Galler mitleri, boğulan toprakların hikayeleriyle doludur; ve Lyonesse, Cornwall kıyılarının ötesinde, Cornish Keltlerinin bir tradisyonudur. Bu sular altında kalmış toprakların Kayıp Atlantis olması mümkün mü? Keltler bu eski uygarlığı kendilerine ticaret için gelen ve aralarına kolonist olarak yerleşen maceraperest denizcilerden mi öğrendiler? Bu bakımdan, Atlantis kelimesinde geçen tuhaf ünsüz harf kombinasyonu TI'nin Orta Amerika yerlilerinin dillerinin çok karakteristik bir özelliği olması ve benzer bir sesin Galce'nin (Welsh) Ll baş harfinde bulunması dikkat çekicidir. Bu ses, gırtlaktan bir klik(5) sesiyle telaffuz edilir.

Arthur efsanelerinin yayılmasının, antik Güneş tapınımının dikili taşlarının dağılımına tekabül etmesi de dikkate değerdir.

İngiltere’nin dolambaçlı Yeşil Yollarını, Britanya’nın güney yarısını kolonileştiren ve ticaret noktalarını İskoçya’nın batı kıyısına yerleştiren bu eski denizci ırka mı borçluyuz? Bugün Orta Amerika'nın balta girmemiş ormanlarında bulunanlara çok benzeyen kiklop şeklindeki taşları yükseltenler de onlar mıydı?

Kelt ırkında bulunan psişiklik, kendi ırkı denizde battıktan sonra ada halklarıyla kaderini paylaşan Atlantisli inisiye Merlin'in cüretkar deneylerinin getirdiği Atlantis kanından mı kaynaklanıyor?

Burada ilginç bir noktaya daha değinilebilir ve değeri ve önemi okuyucunun takdirine bırakılabilir. Hakkında pek çok efsanenin dolaştığı ünlü Glastonbury Tor'u görenler, doğal mı yoksa yapay mı olduğu konusunda her zaman şaşkınlığa uğrarlar. Büyük bir ovanın ortasında yer alan piramidal formu, neredeyse gerçek olamayacak kadar iyidir -Doğanın hiçbir yardım almadan kendi kendine işleyemeyeceği kadar düzgündür.

Yakından bakıldığında, Tor'un etrafında üç kat halinde kıvrılan yüksek düzlüklü bir yol açıkça görülebilir ve bu tartışmasız bir şekilde insan işidir. Böyle yüksek bir yerde ibadet eden ve bu yoldan alaylar halinde yukarı çıkanlar kimlerdi?

Eskilerin sömürge şehirlerini kendi topraklarındaki ana şehirlerle aynı plana göre inşa etmekten zevk aldıkları iyi bilinir. Tepesi kesik ve iç tarafı toprağın dayanabileceği kadar sarp olan garip piramidal tepemizin, ana kıtanın kutsal dağının anısına insan eliyle bu şekilde yapılmış olması mümkün mü? Ovanın etrafı tek tük, yerel olarak hala adalar

olarak adlandırılan, yuvarlak tepelerle çevrili. Bunlar kaya iskeleti olmayan tepecikler, ancak sürüntü kili içeriyorlar. Muhtemelen bunlar, alüvyonlu kumlar kanalını daraltmadan önce Severn Nehrinin bir girdabının geride bıraktığı kayalık killer. Böyle bir kili alıp kazma ve sepetlerden başka hiçbir alet kullanmadan istenilen şekle sokmak zor bir iş olmayacaktır.

Kültürel miras bize, Tor'un gerçekten de eski Güneş ibadeti için yüce bir yer olduğunu ve bir zamanlar tepesinin üzerinde minyatür halde Stonehenge gibi bir taş çemberinin durduğunu söylüyor. Bu taşlar, Oğul'a tapınma Güneş'e tapınmanın yerini aldığında devrildi, ancak daha eski bir ırkın ayinleri için kutsal olan bu yerde üretilen güçler o kadar kuvvetliydi ki, pagan ibadetlerinin karanlık etkilerini bastırmak için o noktaya St. Michael’e adanmış bir kilisenin dikilmesi gerekmişti.

Tepeye St. Michael için inşa edilen bu kiliseler, elbette ki amaçları kilise cemaatini rahat ettirmek değildi, eski Güneş tapınmasının geliştiği bilinen bölgelerin birer karakteristiği durumundadır. Arthur efsaneleri, dikili taşlar ve tepedeki St. Michael kiliseleri bir arada görünebilir.

 

 

ÇEVİRMEN NOTLARI

1. Cassiterides, kesin konumu bilinmeyen, ancak Avrupa'nın batı kıyısına yakın bir yerde bulunduğuna inanılan bir grup adaya atıfta bulunmak için kullanılan eski bir coğrafi isimdir.

2. Sarsen taşları, Güney İngiltere'de Salisbury Ovası'nda ve Wiltshire'daki Marlborough Downs'ta bol miktarda bulunan silisli kumtaşı bloklarıdır

3. Lyonesse, Arthur efsanesine göre, Cornwall ve Scilly Adaları arasında Kelt Denizi'nde bulunan kara parçasından oluşan krallık. Bir gecede okyanus tarafından yutulan ada, Kelt mitolojisine göre 140'tan fazla kilisenin bulunduğu ve verimli, alçak ovalardan oluşmaktaydı.

4. Lemurya, eskiden Hint ve Pasifik okyanusları arasında yer aldığına inanılmış, ancak günümüzde bilimsel olarak kabul görmeyen ve sözdebilim olarak sınıflandırılan efsanevi bir kıtadır.

5. Klik ünsüzleri veya tıklamalar, Güney Afrika'nın birçok dilinde ve Doğu Afrika'nın üç dilinde ünsüz olarak ortaya çıkan konuşma sesleridir.

 

All Rights Reserved. Copyright ©  Hermetics.org 2023               

    

[Ana Sayfa ][Yazılar